Bugünlerde başta Ukrayna meselesi olmak üzere, Karadeniz
Bölgesi nden Ortadoğu ya uzanan yeni bir rekabet oyunuyla karşı karşıya
olduğumuz tartışılıyor. Suriye Krizi nde had safhaya çıkan Batı ve Rusya-Çin-İran
bloğu arasındaki gerilimler farklı coğrafyalarda yeni atışmalara kapı aralıyor.
Bu gelişmeler de doğal olarak yeni bir Soğuk Savaş mı ortaya çıkıyor
tartışmalarını beraberinde getiriyor. Açıkçası sistem açısından iki kutuplu bir
Doğu-Batı ayrışmasından söz edilemese de, rekabet açısından ortaya çıkan
kutuplaşma da görmezden gelinemez. Ancak bu sefer ki kutuplaşmanın eskisine
göre daha pragmatist olduğunu, sınırlarını çizmenin çok zor olduğunu da eklemek
gerekiyor. Çünkü bir tarafta yer alan aktör farklı bir konuda karşı taraftan
bir aktörle ortak hareket edebiliyor.
Böylesine karmaşık politik hesapların döndüğü
uluslararası manevraların yaşandığı ortamda, başta Türkiye olmak üzere birçok
farklı ülkenin nasıl bir politika izleyeceği büyük önem arz etmekteyken,
Türkiye de dâhil olmak üzere aktörlerin peşinden gidebileceği ana akım politik
takip referanslarının ne olacağı da ayrıca ele alınmalıdır. Özellikle Ortadoğu
gibi Batı nın kıskacından bir türlü kurtulamayan bir coğrafyada bugüne kadar
birçok siyasal akım politik yapımcılar tarafından referans olarak gösterilmiş
ama bir türlü kalıcı istikrar sağlanamamıştır. Bundan sonraki dönemlerde
insanların peşinden sürükleneceği akımı saptamak ve bu konuda doğru tercihte ve
yönlendirmede bulunmak bölgesel iddia sahibi olan tüm aktörler için kritik
önemde olacaktır. Nitekim yeni bir Soğuk Savaş bile yaşansa onun ideolojik
temelini oluşturacak yaklaşımlara muhakkak ihtiyaç duyulacaktır.
Galler in Anlamı
Aslında yeni bir Soğuk Savaş söylemleri Rusya nın
Gürcistan a karşı giriştiği işgal sonrası ortaya çıkmıştı. O zamandan bu zamana
Rusya ve Batı arası ilişkilerin gerildiği her durumda bu tarz söylemlere
başvuruldu. Rusya nın Ukrayna Krizi yle yeniden Batı ya meydan okuması sonrası
sıkışan Batı nın başta uygulamaya koydukları ambargolar ve son olarak da
Galler de organize edilen NATO toplantısı konuyla ilgili tartışmalara yeni bir
ivme kazandırdı. Hem Ukrayna nın içerisinde bulunduğu durum hem de Doğu Avrupa
ülkelerinin giderek daha fazla telaşlanmaları önde gelen Batılı ülkeleri bu
yönde harekete geçmeye zorladı. Ancak Rusya nın asla yılmayan yaptırıma karşı
yaptırımla cevap verme tavrı söz konusu ülkelerin ellerini de sürekli
zayıflatıyor. Gidişat NATO nun daha fazla rol üstlenmesiyle mi yoksa NATO ya
yeni üyelerin dâhil edilmesiyle mi sonuçlanır kestirmek zor, ancak Galler den
verilmek istenen mesaj her ne olursa olsun Rusya tarafından anlamsız
karşılanacağı kesin.
NATO nun Stratejisi
NATO nun Soğuk Savaş döneminde SSCB ye karşı kurulması,
hala Rusya nın en büyük tehdit olarak görüldüğü gibi yanlış bir algılamayı da
beraberinde getiriyor. NATO gerçek tehdit algısını uzun süre önce değiştirerek
İslam dünyasını merkeze koymuştu. İşte Galler de düzenlenen toplantının gerçek
gündeminin bu algıdan uzak olduğunu iddia etmek de oldukça zor görünüyor. Çünkü
her ne kadar Ukrayna Krizi ele alınsa da bazı katılımcıların Ukrayna nın
yüzeysel tartışıldığını ifşa etmeleri asıl gündemin başta Irak olmak üzere yine
İslam dünyası olduğunu bizlere gösteriyor. Zaten yeni bir yapılanmaya gitmeden
tehdit algılamalarını değiştirerek farklı kanallara sapması NATO için kısa
vadede imkânsız görünüyor. Bu noktada önemli olan noktalarda biri de yıllarca
şer ekseni ve haydut devlet kategorilerine maruz bırakılan İran ın Irak ta
Batı yla ortak çalışması durumudur. Kurnazlığı en önemli erdem olarak kabul
eden Batı nın son açıklamalara bakılarak temel politikalarının kurulması
muhtemel İslam Devleti nin önüne geçmek olduğunu göz önünde bulundurursak, hem
İran İslami bir devlet olma kategorisinden uzaklaşıyor hem de tehdit olarak
görülen İslam dünyasının kimlerle işbirliği yapılarak vurulduğu gözler önüne
seriliyor. Yani Batı bu yeni dönemde ideolojiyi bir kenara bırakan ve sadece
hedefine ulaşmak için şeytanla bile işbirliği yapacak bir karakter ortaya
koymaktan çekinmiyor.
Tarihin Başlangıcı mı Sonu mu
Birçok siyasal akım savunucusu her yeni bir belirsizlik
döneminde kitlelere uyarıcı etkide bulunmak amacıyla kendi ideolojilerinin
altın çağa ulaşacağını iddia etmekten çekinmezler. Bu doğrultu da bir ideoloji
için sona gelinmişken, bir diğer ideoloji ise sonsuz zaferini iddia etmeye
çalışabilir. Dolayısıyla da tarih henüz yeni başlıyordur. İşte Ortadoğu da da
bugüne kadar sosyalizmden milliyetçiliğe birçok akım belirli sürelerde
egemenlik iddiasında bulunmuşlar, ancak istikrarı bir türlü getirememişlerdir.
Son zamanlarda ortaya atılan Siyasal İslamcılık yaklaşımları (ne kadar hâkim
olduğu tartışılır) ise bölgede beklenen etkiyi yaratamadı. Başarısızlık bir
tarafa kendileri sonrası otoriter ve hizipçi yönetimlerin doğmasına da yol
açtılar. İşte böyle bir ortamda artık hangi aktörler kadar hangi siyasal
akımların bölgede yeni dönemde etkili olacağı tartışılması gerekir. İslam
dünyası bu noktada kitle psikolojisine uygun bir şekilde kendisine yöneltilen
suni akımların etkisine kapılmamakta dikkatli olmak zorundadır. İnsanların
siyasetten beklentileri kalmadığı bu dönemde kapılıp gidilebilecek yanlış
siyasal akımlar daha büyük zararlar doğurabilir.