İnsan yaş aldıkça ve hayat hakkındaki düşünceleri, tecrübeleri sekil değiştirdikçe hayatın damakta bıraktığı şeyi ifade edebileceği nadir kavramlardan birinin sabır olduğunu kavrıyor. Hayatı birçok şekilde ifade eden tanımlar ile karşılaşıyoruz ancak belli bir olgunluğun, gün görmüşlüğün (göğermek) sonunda Elmalılı rahmetlinin ifadesi ile sabretmek olduğu bilgisine ulaşıyoruz. Zaman ile sabır zaten aynı atfın içerisinde yer almıyor mu? Hüsranda olmamanın ya da hüsrana uğramamanın bir ölçüsü sabır değil mi?

Yaşadığımız çağın en büyük kaybı, yavaşlığımız olmalı diye düşünüyorum. Her şeyin bu kadar hızlandığı ve hızın her geçen gün kimseye yetmediği bu çağda durmaya, yavaşlamaya ve anlamaya, hissetmeye o kadar çok hasret kalıyoruz ki; çoğu zaman yavaş zamanları unutacağımızdan korkuyorum. Böylesi her şeyin hızla öğütülüp, tüketilip yok edildiği bir çağda nasıl ayakta kalınabilir ki? Sanki bu hız ve haz çağının en büyük tehlike olarak karşısına aldığı şey sabırmış gibi geliyor. Sabrı tükenmiş bir çağın sonu hüsrana doğru gidiyor gibi.

Yavaşlığımızı kaybettik. Sabrımızı tükettik. Dinlemeyi, eşya ile iletişim kurmayı, onlara gerçek manada değer vermeyi bıraktık, onlar da bizi bıraktı. Biz sürekli beğenilerimizi değiştirip her şeyi yeniledikçe kendimizi ve hakikatimizi kaybettik. Hiçbir şeyi duymuyoruz. Tabiatı, nebatatı, insanı duymuyoruz. Çevremize bigâne kalıyoruz. Hiçbir şeyi hissetmiyoruz. Her şey bir dekor mesafesinde hayatımızda… Hayatımız kadar yapay. Onun için maddi ve manevi olarak ağrılarımız artık bize normalmiş gibi geliyor. Onların da üstesinden geliyoruz ya da üstünden geçip gidiyoruz. Duygularımız da bu bağlamda değişken ve tutarsız. Sabırsız, sinirli, biçimsiz bir hayatın içerisindeyiz ve hiçbir şeyin tadı yok ya da bizim tadımız çoktan kaçmış da bizim haberimiz yok. Veya geçiştiriyoruz. Oysa ‘yaşamak umurumuzdadır’ ve yaşamak tam manası ile sabretmektir.

***

Kifayetsizlik hâli

Bu aralar bizim en önemli meselelerimizden birinin ya sürekli problemleri konuşmak ya da hiçbir problemimizin olmadığına kendimizi inandırıp, ikna olmamız (olmak isteğimiz) olduğunu düşünüyorum. Özellikle çözüm konusunda gerçek manada bir eğilim taşımadığımız ise her şeyi erteleyip, sürekli kotu tekrarları çözüm ve yenilik olarak ileri sürmememiz hayli kronik bir hâl arz ediyor. Ülke adına, insanımız adına artık bir karakter haline gelmiş olmasını büyük bir üzüntü ile ifade etmekte fayda var. Şunu da belirtmek gerekiyor ki; hakiki bir arayışın olmaması çok kötü bir atalet doğuruyor olabilir, lakin seviyesiz yaklaşımlar bir düşünceyi, bir hareketi, bir yapıyı, bir toplumu muhakkak ki mahva götürür. Bugün sağdan sola, soldan sağa baktığımızda ufak farklarla aynı şeylerin tekrarlandığını görüyoruz.

Herkesin kendisini dev aynasında görüp cüce adımlarla yalpalaya yalpalaya yürüdüğü bir düzlemde ne düşünceler boy veriyor ne de düşünebilmek mümkün oluyor. Hep birlikte aynı tekerlemeyi gevelemekten öte bir yol alınamıyor. Herkes öfkeli, herkes sabırsız ve herkes birbirinin paçasından aşağı doğru çekmekte maharetli. Mızmız adamların mensup, müntesip olarak (teşkilatçı vb.) boy verdiği bir denklemde çözüm için arayış içerisine kim girebilir ki? Hele vasatın bile bulunamadığı vasatlıktan fersah fersah düşük kalibrede kimselere atfedilen büyüklüklere bakıldığında ortada dönen her şeyi geveze bir kuşun ötüşüne benzetebiliriz. Kulağının üstüne yatarak gerçeği geçiştirmek hususunda hüner sahibi olmak elbette takdir edilecek bir şey değildir (olmamalıdır) ama bunu bu kadar umarsız bir şekilde genel geçer bir kaide haline sokabilmek bir başarı sayılabilir.

Hatta çoğu zaman sanki fazlaca ötelere, ilerilere varılmış gibi bir hâletiruhiyeye bürünüp hem geriye doğru bir düzenleme hem de temize çekme telaşı da yaşanıyor. Sanki geçmiş düzene sokulabilirse bugün de düzene girecekmiş gibi bir algı ortaya çıkıyor. Böylelikle de görece bir döngüsellik ortaya konmak isteniyor. Oysa bir yerde bir toplumun vicdanının, kapsam ve boyutu o toplumun gerçek yerini belirler. O halde boşlukları doluymuş gibi görerek bir yere varılmayacağına göre gerçeğin peşine düşüp, hakiki bir arayışa girilmeli ki, bu çemberin dışına çıkılabilsin. Bunu istiyor muyuz? Yoksa döngüye devam mı? Biraz yavaşlayıp dinlemek lazım. Hoşça bakın zatınıza…

(*) Elmalılı