Dünya, bugün gelinen nokta itibariyle 4. Endüstri Devrimi’ni yaşıyor. Mikro çipler, akıllı telefonlar, yazılım kodlamaları ve ardından gelen yapay zekâ formlarıyla bu süreç çok farklı boyutlara ulaşma potansiyeli taşıyor. Bu sürecin yapı taşını oluşturan kavram ise makine öğrenimi. Belki de kısa bir süre sonra bu süreç de bitmiş; Endüstri 5.0 başlamış olacak.

Makine Öğrenimi Nedir?

Teknolojinin günümüzde en göze batan figürü yapay zekâ oldu. Yapay zekâ, basitleştirilmiş bir anlatımla insan zekâsını taklit eden sistemler olarak tanımlanıyor. Bu sistem, önceden belirlenen parametreler doğrultusunda mevcut durumu işliyor ve kendisine daha önce öğretilenleri harmanlayıp ortaya bir ürün koyuyor.

İşte bütün mesele bu noktada başlıyor; yapay zekânın bilgileri işleyip eskileriyle harmanlayabiliyor oluşu; “makine öğrenimi”.

Yapay zekâ makine öğrenimi ile analitik modeller oluşturmayı otomatikleştirerek sinir ağları, istatistik, fizik yöntemlerini kullanarak verideki içgörüleri bulabiliyor. Bu yeteneği sayesinde öngörülerde de bulunabiliyor, istatistiksel hesaplamalarla olabilecek ihtimalleri değerlendirebiliyor.

Yani matematiksel hesaplamalar sayesinde oluşabilecek sorunları önceden görerek analiz edebiliyor. Hatta bu sorunların çözümü ile ilgili önerilerde de bulunabiliyor.

Tabi bu konunun geleceğiyle ilgili robotların istilası noktasında bir söylem şimdilik ütopik bir komplo teorisi. Ancak artık öğrenme sınırı olmayan, pragmatizm odaklı, etik değeri ve duygusu olmayan bir tekno-ekosistemden bahsediyoruz. Dolayısıyla bu kadar güçlü bir makinenin getirileriyle birlikte tehditlerini de görmek gerekir. Aslına bakarsanız bu konuyu görmekle yetinmemeli; kendi önlemlerimizi almayı da başarmamız gerekir.

Yapay Zekâ ve İşsizlik Arasındaki İlişki

Her şeyden önce yapay zekânın önümüzdeki yıllarda bazı mesleklerin yerini alacağına artık kesin gözüyle bakılıyor. Yani yapay zekâ -yapay zekâyı kullanamayan- birey için büyük bir tehdit. İşine yapay zekâyı entegre etmeyi başaranlar için ise büyük fırsatlar var. Ancak günün sonunda teknolojinin işsizleştirdiği büyük bir kitleyle karşılaşacağımız da çok açık.

Her devrimin bir tehdit olduğunu yineleyelim. Ancak teknolojinin getirdiği tehditler yapay zekâdan ibaret değil. Şunu görmekte fayda var ki artık bir ülkeye erişmenin yolu sadece sınırlarından içeriye girmekle olmuyor. Artık çeşitli yazılım metotlarıyla söz konusu ülkenin siyasi, askeri, istihbari, ekonomik tüm erişim ağına ulaşmak mümkün. Dolayısıyla bu durum fiziksel sınır güvenliğini sağlamanın yeterli olmadığını, siber sınırların da en az fiziksel sınırlar kadar önemli olduğunu gösteriyor.

İstihbarat Örgütleri ve Teknoloji Şirketleri

Artık ortalama üstü bir teknoloji şirketinin -Kuzey Kore gibi soyutlanmış bir ülke değilseniz- herhangi bir ülkenin sınırlarına takılma şansı yok. Yani günümüzde devletlerin en büyük düşmanları aslında teknoloji şirketleri ve bu şirketlerin birçoğu istihbarat örgütlerinin bizzat kurduğu şirketlerdir.

Bu noktada literatüre henüz kazandırılmış iki yeni kavram; tekno-politika ve tekno-strateji devreye giriyor. Günümüzde devletlerin güvenlikten ekonomiye, sosyolojiden savunmaya kadar her başlığını bu iki alandaki yaklaşımları belirleyecek. Artık devletlerin büyüklüğü, teknoloji alanındaki güçleriyle ölçülecek. Devletlerin gelecekte ne kadar “büyük güç” olarak değerlendirileceğini ise bugünkü tekno-stratejileri netleştirecek.

Örneğin az önce bahsettiğimiz “teknolojik işsizleşme” sorununa karşı bir strateji üretmek ve

“teknolojik istihdam” sağlamak bu anlamda önemli bir adım olacaktır. Yeni teknolojilerle, kendi kaynaklarıyla kendi enerjisini üreten ülkeler, enerji krizlerinden ve ambargolardan; yazılım ihracatı yapan veya siber hizmetler satan ülkeler krizlerden etkilenmeyecektir.

Nadir elementlerin önemi…

İşte bu sebeple dünyamızda yenilenebilir enerji kaynaklarına olan yatırım gözle görülür oranda büyümeye gitti. En kritik alanlardan biri olan enerji politiğinin önemini yavaşça kaybetmeye başladığını görüyoruz. Rusya’nın “gaz akışını keseceğim” tehdidinin Avrupa’yı tam olarak durduramamasına karşın Çin’in sadece “nadir element ihracatını kısıtlayabilirim” demesiyle dünya büyük bir kriz yaşadı. Çünkü tüm gelişmiş endüstri kanalları bu elementlere bağımlı. Yani birinci öncelik artık teknoloji. Trump’ın Ukrayna ile nadir element anlaşma imzalaması, Eskişehir’deki nadir elementlerle ilgili sürüp giden tartışmalar bir de bu açıdan değerlendirilmelidir.

Günümüzde kuantum teknolojileri alanındaki gelişmelerin her biri devlet yönetiminde devrim oluşturabilecek güçte. Teknolojik gelişmelerle birlikte günümüzün savunma teknolojileri dahi geçerliliğini yitirecektir ki bunun örneklerini defalarca gördük.

Siber saldırıların ne denli etkili olduğunu işgalci İsrail’in Lübnan’a yaptığı telsiz saldırılarında görmüştük. Yazılım başlığında yeterli gücü elde edememiş devletler aslında bağımsızlığını da kaybediyor. Siber saldırılarla savaş uçaklarından şehir içi taşımacılığına, istihbarat arşivinizden askeri haberleşme ağınıza elinizde bulundurduğunuz tüm elektronik güç bir anda etkisiz hale gelebiliyor hatta size karşı silah olarak kullanılabiliyor.

Veri Güvenliği ve Ülkelerin Geleceği

E-İmza, E-Devlet verileri ile ilgili son dönemde yaşanan gelişmeler ülkemizin siber güvenlik alanındaki eksikliğini net olarak gösterdi. Bu sorunlar aslında ülkemiz adına bir beka sorunu.

Ukrayna-Rusya savaşında da insansız hava araçlarıyla birlikte teknolojinin rolü ortaya çıkmıştı.

Savaşta modern teknoloji İHA/SİHA’lar etkin bir rol oynuyor. Ancak sahadaki bu belirleyiciliğe sinyal kesicilerle karşılık verildi ve İHA/SİHA’lar etkisiz hale getirildi. Derken söz konusu hava araçlarına saç teli kalınlığındaki kablolar entegre edilerek bu sinyal kesiciler de etkisini yitirdi. Yani savaştaki üstünlüğü yine teknolojik keşifler belirledi.

Fiziki teknolojik üretimlerden siber dünyada işlenilen yeni kodlara kadar aklınıza gelebilecek birçok şey geleceğin dünyasını şekillendirecek. Bu yeni şekillendirme, kimi devletler için bir tehdit; kimi devletler için bir devrim olacaktır. Her şeye rağmen bugünün teknolojisinin, yeni bir endüstri devrimi olduğunu kabul etmek ve gelişmekte olan ülkelere büyük bir fırsat sunduğunu görmek gerekir.

Siber teknolojinin doğru kullanımıyla düşük bütçelerle büyük gelirler sağlamanın mümkün olduğunu, gerek ekonomik gerekse askeri anlamda tehditleriyle birlikte çeşitli avantajları da barındırdığının farkında olunmalıdır. Yani işin özü; yüksek teknolojiye adapte olamayan devletlerin ayakta kalması mümkün olmayacak.