Kapitalizmin uç beyi olan medya, toplumun tüm genetik kodlarına kendi değerlerini ve rezilliklerini yerleştirdi. Bizim medeniyet tarihimize damga vuran özelliklerimiz, kapitalist, hedonist, egoist, materyalist bir felsefenin değersizleştirdiği bir dünyanın örümcek ağlarıyla kuşandı. Ne yaptığımızı bilmiyoruz, sosyal, kültürel, ekonomik, sportif alanlarda artık “Hırsın, egoizmin” ön planda olduğu, kazanmanın, bir adım öne geçmenin, cepleri doldurmanın her şeyden önemli olduğu, tamahın ruhumuzu esir aldığı bir dönemi yaşıyoruz. İnsanlar, artık birbirlerine “kazandıkları ve biriktirdikleri” kadar değer veriyorlar. İnsanlar, farklılıklarıyla değil, kapitalist özellikleriyle birbirlerine yaklaşıyorlar, iletişim kuruyorlar. Bir şairin dediği gibi, insanlar insanlara “İnsan olarak değil, imkan olarak bakıyorlar”… Elbette, yaşadığımız bu çetin süreç, dindarlığın izzetine de zarar verdi… Dindarlığın eminlik, güvenilirlik vasfı zarar gördü… Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan’la bir röportaj yapmıştım… Bu röportaj, “Ben dindarım” diyen, dindarlığıyla övünen insanlarımızın bile yaşadığımız çetin çağın değersizleştirmesinden nasıl nasip aldığını çok güzel özetlemekteydi… Tarhan şöyle diyordu, “Dindarlığın izzeti şuradan zarar gördü. Dindarlığın eminlik vasfı, güvenilirlik vasfı zarar gördü. Nasıl zarar gördü? Dindar diye bilinen insanlara bakıyoruz toplumda, yalanı rahat söyleyebiliyor. Mesela, belediyede muhasebecilik yaparken, belediyeden ayrılabiliyor, dindar bir insan. Bir şirket kuruyor, bakıyorsunuz 100 milyon TL’lik yat alıyor. Belediyede memurken şirket kurup bunu yapıyorsan, bu parayı sen normal yollardan kazanmıyorsun. Bunun örnekleri çok arttı Türkiye’de. Dindarlık demek ki, rüşvet ve hileyle bir arada bulunabiliyormuş. Bakıyorsunuz aynı zamanda namazını da kılan bir insan. Dinin iki boyutu var, bir zarf gibi. İbadet kısmı var. Portakalın kabuk kısmı ayrı, öz kısmı ayrı. Kabuk kısmı olmayınca portakal hızla bozulur, ama içi yoksa da önemi yoktur. Dindarlıkta da böyle şekil kısmı var. Ritüeller var. Bu dindarlık var devam ediyor ama özü yok. Böyle bir dindarlıkla biz karşı karşıyayız. Şeklen devam ediyor, ama özü yok”
Kur’an’ın özünün topluma güzel ahlakı yerleştirmek olduğunu vurgulayan Tarhan, “Bir insan hem dindar, hem de güzel ahlaklı değilse, bunların bir arada olabileceği gibi bir izlenim yoksa, bu yapılan yolsuzluktan daha tehlikelidir. Dindar insan yolsuzluk yapabilir, dindar insan yalan söyleyebilir, dindar insan komplo kurabiliyor, kumpas kurabiliyor, söyledikleriyle yaptıkları uymayabiliyor, en yakınına bile hile entrika yapabiliyor, adaletli davranmıyor şeklinde bir algı oluşuyor. Kur’an-ın dört vasfı vardır, tevhid, nübüvvet, ahiret ve adalet. Dünya saadeti adaletle olur. Adaletin olduğu yerde zulüm devam etmez bizim inanç sistemimizde. Bu sebeple, adaleti önemsemediği tarzında toplumda dindarlığın algısı değişmeye başladı. Konuştuğum insanlar, “Biz dindar insanlara da mı güvenemeyeceğiz?” diyorlar. Toplumda bu algı var çok tehlikeli. Bu algının yerine gelmesi için, kendisini dindar hisseden insanlar dindarlığıyla ilgili “Ben dindarlığıma uygun yaşıyor muyum, yaşamıyor muyum?” diye düşünsünler” demişti.
Toplumun değerlerinin yozlaştırılması noktasında medyanın çok büyük etkileri oldu. Özel televizyonların hayatımıza girdiği günden bu yana, yarışmalarla, dizilerle, farklı programlarla, bizi biz yapan değerlerin içi boşaltıldı. Ahlakımız çürütüldü, maneviyatımız dejenere edildi… Artık dindar olan insanlar bile kirlendi… Şairin dediği gibi “Bütün renkler hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler”… Toplumun temelindeki tüm güzellikler, tüm beyaz değerler yok edildi, süpürüldü. İnsanın kirlenmemesinin temel sebebi olan dindarlık ve eminlik vasfı bile daha çok kazanç, daha çok para kazanma hırsı uğruna ortadan kaldırıldı. Dikkatinizi çekiyorsa, son dönemde siyasal mülahazaların, siyasal tartışmaların temelinde bile insanların daha çok para kazanma hırsıyla yaptıklarını konuşuyoruz. Belediyelerdeki yolsuzlukları, rüşveti, irtikapı, ihalelere fesat karıştırma hadiselerini konuşuyoruz. Türkiye’de belediyeciliğin zirvesi olan Milli Görüş belediyeleri iş başına geldiğinde, belediyelerin kapısına, iki cihan server-i Peygamberimiz Hz. Muhammed’in “Rüşvet alan da veren de melundur” hadisi şerifi asılmıştı. Toplumu ayakta tutan en önemli değerlerin başında ahlak ve maneviyat vardır… Ahlakı ve maneviyatı olmayan insanlardan her şeyi bekleyebilirsiniz… Zira, bu tür insanlar utanmayı da unutmuşlardır… Ne diyordu, Resulullah (sav) “Utanmıyorsan dilediğini yap”…. Ne yazık ki, medyanın da dinamitlediği, utanmazlıkları, arlanmazlıkları vakai adiyedenmiş gibi dizileriyle, programlarıyla ekranlara getirdiği bu süreçte, insanlar utanma kavramını unuttu… Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete!