Son günlerde sosyal medyada ve bazı haber kanallarında çokça paylaşılan bir röportaj izledik. Sözü şatafatlı, düşüncesi yüzeysel; Almanya’dan Türkiye’ye tatile gelen bir gurbetçi kardeşimiz, Türkiye’deki insanlara üst perdeden akıl vermeye kalktı. “Biz orada 11 ay çalışıyoruz, ancak 1 ay tatil yapabiliyoruz. Buradakiler her hafta sonu tatilde. Türkiye’nin kıymetini bilin.” dedi.

Bu sözler kamuoyunda haklı olarak tepki topladı. CHP Ordu Milletvekili Cemal Enginyurt da bu çıkışı yapan gurbetçiye “zirzop” diyerek sert bir karşılık verdi. Enginyurt’un tepki göstermesi anlaşılır olabilir; ancak kullandığı üslup ne bir milletvekiline yakışır ne de topluma fayda sağlar. Meselelere duygularla değil, akılla yaklaşmak gerekir.

Ben, 1981 yılından bu yana Almanya’nın Freising kentinde yaşayan bir gurbetçiyim. Burada çalıştım, evlat büyüttüm, üç neslin alın terine şahit oldum.

Gurbeti övmenin de yermenin de sınırını bilirim. Biz burada kolay yaşamadık. Soğukta, sıcakta, sabah gün doğmadan çıkıp gece geç saatlerde döndüğümüz uzun mesai günlerinin yorgunluğuyla yastığa baş koyduk. Ama Türkiye’yi küçümseyen, halkını tembellikle suçlayanlara sessiz kalmadım; çünkü bu toprakları uzaktan değil, içinden anlayanlara ihtiyacımız var.

Üstelik bu röportajı veren kardeşimiz, “11 ay çalışıyoruz, 1 ay tatile gelebiliyoruz” derken altında 10 milyonluk bir arabayla konuşuyor. Hem burada Mercedes’e binip hem de Türkiye’deki vatandaşa “Serçeyle idare edin” demek ne samimiyetle ne de vatanseverlikle bağdaşır.

Bu gurbetçiye bir teklifim var: Gelsin Türkiye’de Serçe’ye binen bir vatandaşımızla arabasını değiştirsin. Desin ki “Al sen Mercedes’le Almanya’ya git, ben burada çalışayım. Hafta sonu da tatil yaparım.” Görelim bakalım samimiyeti ne kadar.

Ayrıca şu cümleleri de kurdu: “Buradaki insanımız her hafta sonu tatilde, her an tatildeler, biz ise 11 ay boyunca tasarruf ederek bir ay tatil yapabiliyoruz.” Bu sözler, sanki Almanya’da hafta sonu tatil yokmuş gibi, sanki Almanya’da bayram tatilleri, resmi izinler, yıllık ücretli izinler yokmuş gibi. Oysa Almanya’da da çalışan insanların haftalık izin hakkı, yıllık tatili ve resmi bayramları var. Asıl mesele, oralarda geçirdiği 11 ayın konforunu unutup Türkiye’ye gelince nasihat dağıtan zihniyetin samimiyetidir.

Sadece tatile gelince ülkesini hatırlayan, ama yılın 11 ayını Almanya’nın refahında geçiren birinin çıkıp da “Türkiye’nin kıymetini bilin” demesi ne kadar inandırıcı olabilir?

Asıl mesele şu: Eğer Türkiye gerçekten kıymetliyse, sadece tatile değil, ömrünle dön. Gel bu toprağın vergisini ver, hastanesinde sıra bekle, okulunda çocuğunu okut, pazarında alışveriş yap. Bayramda misafir gibi değil, komşu gibi yaşa. İşte o zaman bu ülkenin kıymetini bilip bilmediğin anlaşılır.

Unutmam, rahmetli Özal döneminde bir Giresunlu amcamız vardı. Türkiye’nin çağ atladığını, iş çok olduğunu anlatır dururdu. Fındık toplayacak insan bulamadığından, “Parasıyla işçi tutamıyoruz,” diye dert yanardı. Aradan 40 yıl geçti, bugün hâlâ aynı cümleleri duymaya devam ediyoruz. Bir gün kendisine sormuştum: “Madem o kadar güzel, niye hâlâ buradasın?” Cevabı şu olmuştu: “İş var ama sadece yazın.” E o zaman neden buradakiler çalışmıyor diye şikâyet ediyorsun? Gerçek şu ki, burada da hayat güllük gülistanlık değil, orada da her şey süt liman değil. Ama hakikat, propaganda ile değil, yaşanmışlıkla anlaşılır.

Sosyal medyadan yazılarını ve kısa video konuşmalarını zevkle takip ettiğim Fahrettin Taşkaya kardeşimiz de bu defa bizleri üzdü. Birkaç bilgiç gurbetçinin sözlerine sarılarak “gurbetçiler sussun” demek nedir? Susmak mı? Herkesin konuşma hakkı vardır. Hoşumuza gitse de gitmese de yanlış bulduğumuz konuları eleştirir, doğrusunu dile getiririz. Hepsi bu. Ama bu “sussun” ifadesi, samimi gurbetçilere karşı içten içe duyulan bir kıskançlığın ya da bastırılmış bir öfkenin yansıması gibi duruyor.

Oysa ben buradan, gurbette alın teri döken milyonlar adına sesleniyorum: Ne olur, gurbetçileri bağrınıza basın. Bu insanlar bacasız fabrika gibi ülkelerine döviz kazandırıyor. Bir turist ne harcıyorsa, bir gurbetçi bunun on katını harcıyor. Üstelik sadece para değil, memleket sevgisi, aile bağı, kültürel devamlılık da taşıyor beraberinde. Eleştirilecek yanlarımız olabilir; ama unutmayın, biz hâlâ bu toprağın evladıyız.

Ve son söz: Biz gurbetçiler, sadece tatile gelenlerden ibaret değiliz. Ama Türkiye’yi sadece bir tatil yeri sananlara, vatan sevgisinin yılda bir ay değil, ömür boyu sürdüğünü yaşadıklarımızla gösteririz.

Geçen yıl, hem sosyal medya hesabımda hem de Avrupa Milli Gazete’de bu konuyla ilgili bir yazı kaleme almıştım. Yarın, önemine binaen o yazımı Milli Gazete okurlarıyla yeniden paylaşmak istiyorum. Zira her yaz mevsimiyle birlikte, memleket üzerine derin tespitlerde bulunmayı görev edinen bazı ‘bilge yolcularımız’ mutlaka sahneye çıkıyor.