Bir milyon mültecinin maliyeti 2016’da Almanya’ya 45 milyar avroya patlıyordu. Türkiye ise üç milyonu sadece 3 milyar avroya üstlenerek Avrupa’yı mülteci kampına dönüştürdü.
2016 ve 2017’de dönemin Başbakanı Binali Yıldırım açıkça söylüyordu:
“Türkiye olmasa, bütün Ortadoğu’dan çıkan mülteciler Avrupa’yı istila eder.”
Bu cümle aslında sadece bir tespit değil, Avrupa’ya verilmiş net bir mesajdı: Türkiye, Avrupa’nın huzurunu koruyan sessiz duvardı. Nitekim yıllar sonra, 2024’te Macaristan Başbakanı Viktor Orbán da aynı gerçeği itiraf edercesine konuştu:
“Türkiye olmasaydı Avrupa istikrarını kaybederdi. Erdoğan Avrupa’yı kurtardı.”

2015’te Almanya’da yapılan bir çalışmaya göre, ülkeye giren 1 milyon
mültecinin yıllık maliyeti yaklaşık 45 milyar avro olarak hesaplanmıştı. Aynı dönemde Türkiye’deki mülteci sayısı üç milyona yaklaşmıştı. Bu hesaba göre 2015 şartlarında üç milyon mültecinin yıllık maliyeti yaklaşık 135 milyar avro ediyordu. Ancak Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye önerdiği destek sadece 3 milyar avro oldu ve bu da bir defalık bir ödemeyle sınırlı kaldı.

Yani Avrupa’nın 135 milyar avroya mal edeceği bir yükü, Türkiye 3 milyar avro karşılığında üstlendi. Bugün, yani 2025 şartlarında aynı tablo tekrar yaşansaydı, bir milyon mültecinin yıllık maliyeti 67 milyar avroyu, üç milyonun maliyeti ise yaklaşık 200 milyar avroyu bulurdu. Türkiye’nin 2016’da 3 milyar avro karşılığı üstlendiği yük, bugün neredeyse 200 milyarlık bir fedakârlık anlamına geliyor.
Batı, insani değerlerden söz ederken mülteci yükünü Türkiye’ye devretmekte hiç tereddüt etmedi. Türkiye, Avrupa’nın dış sınırı, hatta deyim yerindeyse mülteci deposu hâline getirildi. Böylece Avrupa kendi içinde istikrarını korurken, bu istikrarın bedelini Türk halkı ödedi. Türkiye ne kazandı bu pazarlıktan? Bu süreç, kısa vadede diplomatik meşruiyet sağlamış gibi görünse de, uzun vadede ekonomik ve toplumsal yükü halkın sırtına bırakmıştır.
Türkiye’de mülteciler yalnızca devletin kasasından değil, halkın cebinden de karşılanıyor. Kira fiyatları, sosyal yardımlar, eğitim ve sağlık sistemleri bu yükün altında eziliyor. Brüksel’in Türkiye’ye biçtiği 3 milyar avroluk bedel, aslında bir mülteci kampının bir yıllık giderinden bile az.
Aynı tablo ekonomide de yaşanıyor. Gümrük Birliği’nden Türkiye’nin zararı 100 milyar avroyu aştı. Avrupa’yla yapılan çifte vergilendirme anlaşmaları da yıllardır Türk işçisinin, esnafının ve ihracatçısının aleyhine işliyor. Kısacası, Avrupa’yla yapılan her yeni anlaşma bir kişinin siyasi meşruiyetini güçlendiriyor; ama bedelini hep halk ödüyor.
Almanya Başbakanı’nın Türkiye ziyaretinin gündemde olduğu bugünlerde, inşallah bu kez şahıs odaklı değil, ülkenin menfaatine hizmet edecek anlaşmalar yapılır.
Ve asıl soru artık şudur: Mülteciler konusunda Türkiye daha ne kadar bedel ödeyecek?