Bu günlerde sağcı solcu bütün gazeteler ve televizyonlar dünyanın başına bela olan bir devletin ürettiği silahın yakıcılığını, yok ediciliğini haber olarak veriyorlar.

Böylece düşmanın daha silahını piyasaya sürmeden hasmını sindirmesine yardımcı oluyorlar.

Ama bütün emekleri boşuna gidiyor.

20 Mart 2003 te Irak ın işgalinden önce televizyona çıkan emekli askerler, emeksiz siyasiler ve doymamış strateji uzmanları, "On beş günde Irak alınacak, arkasından Suriye ye geçilecek, bir ay sonra da İran da Amerikan askerleri mola verip biraz dinledikten sonra ." Diyerek ahkam kesiyorlardı.

 Din profesyonelleri de katilin bıçağını yalayarak temizlemenin iyi/layt bir Müslümanlık olduğunu anlatarak yardımcı oluyorlardı.

Ne oldu Beş bine yakın Amerikan askerinin leşi Irak topraklarını da kirletemedi Amerika ya taşındı. Sağ kalanları kışladan dışarı başını uzatıverse Bağdat avcısı tarafından avlandığı için Amerika ya kaçmanın yolları aranırken bizim de gözümüzü korkutacağını zannettikleri silahların resimlerini gösteriyorlar.

Mehmet Akif merhum, Çanakkale Zaferi ni destanlaştırırken, Avrupa nın vahşet ordularını, kafesinden salınıvermiş sırtlanlara benzetir. İngilizinden Avustralyalısına kadar yedi iklimi cihandan toplanmış, çehreleri, dilleri, renkleri ayrı olan ama vahşetleri aynı olan bulaşıcı hastalıklara rahmet okutan bu sırtlan sürüsü için Çanakkale destanında şöyle der:

Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,

Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,

Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.

Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da,

Ostralya yla berâber bakıyorsun: Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;

Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.

Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...

Hani, tâ ûna da züldür bu rezîl istîlâ!

Çanakkale Zaferi nin ardından Türk milletine nasihatini yapar:

 "Allah a dayan, sa ye sarıl, hükmüne râm ol...

Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol."

Allah a tevekkül etmek, çalışmak ve Allah ın bütün emirlerine sımsıkı sarılmak.

Sevgili peygamberimiz, Medine de devletini kurar. Bedir de Mekkeli müşriklere karşı harbi kazanır. Uhud harbinde önce başarı, sonra başarısızlık görülür. Mekkeli müşrikler, çevredeki bütün putperestleri, Yahudileri, Hıristiyanları, Medine deki münafıkları da ikna ederek mevcut bütün güçlerini toplayarak Medine üzerine yürürler.

Ana hatlarıyla sekiz defa İslâm alemini yok etmek için gelen Haçlı seferleri gibi o gün de Medine yi kuşatırlar.

Yahudiler düşmanın gücünü görünce sevgili peygamberimizle yaptıkları sözleşmeyi bozarak Müşriklerin yanına geçerler. Münafıklar nerede çıkar var orada karar kılarlar. Hemen onlar da düşman safına geçerler.

Sonuç, Kur an da çokça tekrarlandığı gibi Müslümanların zaferiyle neticelenir.

Halkımızın dilinde "Hendek Harbi" diye bilinen, Kur an da Ahzâb harbi diye isimlendirilen harbin ardından Ahzâb suresi nazil olur:

"Ey Peygamber, Allah tan sakın, kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Şüphesiz Allah, bilendir hükmedendir." (Ahzâb 1)

"Rabbinden sana vahyedilene uy, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır." (Ahzâb 2)

"Allah a dayan, Vekil olarak Allah yeter." (Ahzâb 3)

"Allah hiçbir adamın göğüs boşluğunda iki kalp yaratmadı." (Ahzâb 4)

İslâm a karşı harp ilan edenlerin, bu konuda Washington da, Londra da, Brüksel de ince eleyip sık dokuyarak başımıza çorap örmeye çalışanların başarısız kalacağı konusunda benim zerre kadar şüphem yok.

Ancak biz üzerimize düşeni yapalım.

Allah ın sevgisini yitirmemek için emrettiklerini yerine getirelim, yasaklarından kaçınalım.

Yahudi, Hıristiyan ve ikiyüzlü Münafıklara yani hainlere itaat etmeyelim.

Neyi nasıl yapacağımızı Allah ın gönderdiği Kur an-ı Kerimden öğrenelim.

Her halimizi gözeten bir Allah ın varlığını hatırımızdan çıkarmayalım ve ona göre yaşantımızı düzene koyalım. Yani fotoğraf çektiriyormuş gibi kendimize çeki düzen verelim.

Bütün bunları yaparken Allah a güvenerek yapalım.

Bir odada karanlıkla aydınlığı bulunduramadığımız gibi, bir kapta süt ile katranı koruyamadığımız gibi aynı kalpte de Allah a iman ile kafirliği birleştirmemiz mümkün değil.

Aydınlık gelince karanlık odayı terk eder.