Fırtınalar, ağaçların dallarını kırar, bazılarını

kökünden söker, siler süpürür, birçok hasar meydana getirir ama bilemeyiz

dünyanın devamı için onlar da lazımdır belki. Biz, kendi küçük aklımızla,

küçücük ömrümüze uygun planlar yaparız, fayda ve zararları kendimize göre

ayarlar ve kararlar veririz.

Hani, hava karardığında, çiftçinin yüzü güler Yağmur

yağacak dermiş. Aynı havayı gören kerpiç yapıcısı, beton dökücüsü, harmanda

hasat toplayıcısı bu yağmurdan memnun olmazmış.

İki bin metre yükseklikteki dağın başında kar sularından

meydana gelen gölcükte meydana gelen deniz hayvanlarını denizden alıp dağların

başına bırakan fırtınaların hortumları yapar.

Doğunun tohumlarını batıya, batınınkileri güneye,

güneyinkileri kuzeye nakleden rüzgârlar, Allah ın bize en geniş rahmetidir.

Bugünlerde inkâr fırtınaları esiyor.

Haçlı fırtınasına Amerika nın yanında Rusya da katıldı.

Her taraftan esiyor, baş kesiyor, yıkıyor, yakıyor.

Altı yönden esen bu fırtınalara Anadolu da Deli Yel

denir.

Sıcak günlerde eserek yakıp kavuran Sam Yeli gibi esiyor.

Hıristiyan ve Yahudi ittifakının kokuşmuş mahzenlerinde

yıllanan küf, kin, intikam, kan, çığlık, gözyaşı karışımlı silahlarıyla

saldırıyorlar.

Onların hesabı varsa Allah ın da hesabı vardır.

Bize düşen görev Sam Yeli gibi değil, Bad-ı Saba gibi

esmektir.

Rabbimiz:

....Sana düşen, ancak tebliğ etmektir. Hesap da bize

aittir. (Ra d süresi ayet 40) buyurmuş.

Biz, Meltem gibi, İmbat rüzgârı gibi esmeye devam

edeceğiz.

Mekke den esmeye başlayan İslam ın rüzgârı dünyanın her

tarafında nice kâfirleri ihya etmeye devam ediyor.

Kâfirliğin sam yelleri önünde cehenneme paketlenip

gönderilen insanların, cennete gitmesi için tatlı dille İslam ın meltemini

estirmeye ehil kişiler, yerlerinden kıpırdayamaz halde iken, Haçlı rüzgârının

önünde savrulmaya ve hareketsiz yatan, kanı uyuşan veya uyuşturulan, kanan veya

kandırılan Müslümanlar, savrulurken anladılar gerçeği.

İman çiçekleri açtırmak üzere Sam Yelinin önünde

savruluyoruz.

Kıtlık, fakirlik rüzgârının önünde daha önce de

savrulmuştuk.

Ergenekon dan çıkışımız da kıtlık önünde savrulma idi ama

İslam la şereflendik ve İslam ın bayrağını Malazgirt ten, İstanbul dan Viyana

önüne kadar götürdük.

70 sente muhtaç olduğumuz 1960-70 li yıllarda kıtlık bizi

Avrupa ya savurdu.

Alman sosyologları, psikologları, pedagogları el birliği

edip işçileri asimile edeceklerini ellerini ovuşturarak siyasilere bildirdiler.

Bu gerçeği 1980 darbesinin ardından Almanya ya giden Cem Karaca nın Almanya da

Alman diliyle doldurduğu kasetlerinden ikisini terceme ediverdi bir tanıdığım:

Almanların diliyle:

  İşçi ithal

etmiştik, insan çıktı.

Bira içirdik medeni yaptık,

Şerefe demeyi öğrettik dinden çıkardık, kendimize

entegre ettik.

Çöpçü olarak biz, onları çok seviyoruz... diyormuş.

İşçi olarak giden sonradan insan oldukları anlaşılan

Avrupalılardan milyona yakın gayri Müslimin İslam a girmesine sebep

oluverdiler. Konya Beyşehir den işçi olarak giden biri Avrupa da yılın işadamı

seçilmişti.

Bizim nesil Cem Karaca yı daha iyi bilir.

Tiyatrocu anneden dünyaya gelir.

Robert kolejinde okur.

Elvis Presley hayranlığı askere gidinceye kadar devam eder.

Askerlikte Anadolu insanını ve kültürünü tanır. İşte o

Cem, kültür ve mutluluk alanında sizin aklınızın beş para etmediğini söylüyor.

İstanbul da Avrupa hayatını yaşayan bir ailenin çocuğunu

bile ikna edememiş bir kültürünüzle İslam âlemine nizam veremezsiniz.

Bu savrulmada biz, biraz acı çekeriz ama doğum sancısı

çeken hanım gibi, sizlerin Müslüman olup kardeşlerimiz arasına girmenizle biz,

her acıyı unutur, bağrımıza basarız.