Önceki cumhurbaşkanı Chirac neyse de, şimdiki Cumhurbaşkanı Sarkozy ye bakarak, Fransız siyasetinde önemli olan sanata, edebiyata eğilim ve saygı özelliğini belirlemek yanıltıcı olur. Çok az istisna dışında Fransız siyaset ve devlet adamları, Fransız kültür geleneğindeki bu özelliği taşırlar. En azından eksikliğini duyarak saygılı olmaya özen gösterirler. Askerlikten gelmesine rağmen general de Gaulle, düşünce ve inanç yönüyle farklı noktalarda bulunduğu Jean Paul Sartre ın hapis yatmasına karşı çıkarak, "Sartre Fransa dır!" deme cesaretini göstermişti 60 lı yıllarda.

70 li yıllardan itibaren Sosyalist Parti başkanlığından sonra cumhurbaşkanı olan François Mitterand, sanat ve edebiyat çevreleriyle yakın ilişkisi olan bir siyasetçiydi. Abartılı bir tarzda parlatılmış olsa da fazla ışıltılı bir kişiliğe sahip olduğu söylenemez. Ama entellektüel bir duruş sahibi olduğunu kabul etmek hakkaniyet gereğidir. Sanıyorum, yıldızının parladığı ya da parlatıldığı 70 li yıllarda "Gül Devrimi" adıyla yazdığı kitap Türkçeye de çevrildi. Gül, Fransız Sosyalist Partisi nin amblemidir.

Bir başka Fransız edebiyatçı ve romancı Henri de Montherland ile yapılmış bir söyleşide, Mitterand dan da söz eder. Söyleşiyi yapan Mitterand ın entellektüel kişiliği yanında sanat ve edebiyat dünyasıyla içli-dışlı olduğunu, Montherland ın ağzından kamuoyuna aktarmaya çalışır. Böylece Mitterand ı Montherland tarafından tezkiye ettirmek gibi ustaca bir eğilim de taşınır. Ne var ki, Montherland Fransız sanat ve edebiyatındaki yerinin ne olduğunun bilincindedir ve Fransız kültür geleneğinin anlamının sarsılmaz idraki içindedir. Söyleşiyi yapan sorar: "-Mitterand da sizin haftalık toplantılarınıza Paris ten gelerek katılırmış, öyle mi "

Montherland, herhangi bir yargı ya da değerlendirme maksadı taşımadan:

"Evet. Onu tanıyanlar bahsetmişlerdi. Paris ten helikopterle gelir, helikopteri köyde uygun bir yerde bırakırmış. Toplantı salonunda bir köşede oturur, konuşma ve tartışmaları dinlerdi. Konuşmalara katıldığını hatırlamıyorum. Özel bir ilişki de olmadı."

Mealen aktardığım söyleşinin nerede yayımlandığını şu anda bildirme durumunda değilim. Zaten asıl konu da bu yönü değil. Mitterand bir siyaset ve devlet adamı, Montherland bir sanatçı ve bu iki farklı alanların temkinli, hatta tedirgin ilişkisinin tezahüründe Fransız kültürü belirgin bir nitelik gösterir. Örneği de onun için buradan seçtim. Sanırım Alman kültüründe bu ilişki kurallara bağlı bir resmiyet görünümüne ağırlıklıdır. Ama sanat ve edebiyat alanına bakış daha içten, kendine özgü bir gizemlilik taşır, ama saf bir coşku ve hayranlık duygusu başat özelliktedir. Goethe nin eserlerinin bir tapınma duygusu benzeri bir seremoni havasında okunduğunu Cahit Zarifoğlu (Alman filolojisinde okuduğu esnada biraz garipsiyerek)nakletmişti.

Mitterand ve Montherland bağlamında sanat ile iktidar olguları arasındaki ilişkide içkin olan gerginliği işaret etmek mümkündür. Eşdeyişle bu iki olgu, sık ve dramatik bir tarzda, tarihsel örnekleri de hatırlarsak, hep kesişegelmiştir. İktidar olgusu, hemen ve ilk elden siyaset alanını işaret ederse de, iktisadî alan bakımından da aynı gözlem yapılabilir. Avrupa da burjuvazi, yani ticaret ve esnaf sınfının, Aristokrasi ve Ruhban sınıfına karşı varlığını isbat ve kabul ettirmesi çabası iktidar olgusuyla doğrudan bağlantılı olmuştur. Ama burjuvazi, kendi varlık alanında kaldığı sürece iktidar olgusunu somut ve işlevsel gerçekliğe dönüştürüp genele teşmil etme imkanından yoksundu. Kendine özgü iktidarı sermayeydi (capital), ama diğer iktidarlar ile mücadeleye girişmesi için bir başka iktidarın gücüne ihtiyaç duyuyordu. Kaldı ki sermaye ne kadar iktidarını büyütse de, yönetme ve bilgi alanına nüfuz etmede yetersiz kalıyordu. Yani Aristokrasi ve Ruhban ın iktidarı, faaliyet ve etkinliğini belli bir sınırda tutarak kendine göre düzenlemeler yapmakla onun bağımlı kalmasını sağlayabiliyordu. İşte sanatın gizilgücünü o zaman keşfetti ve üstünlük sağlayıcı yolu da böylece açabildi.