Ehli Sünnet inancının olmazsa olmazlarından birisi de sahabeyi sevmek, onlara hürmet ve tazimde kusur etmemek ve onlardan hiç birisinden nefret etmemektir. Çünkü bu seçkin insanlar Allah Resulüne arkadaş olmuşlar, onunla birlikte her türlü zorluk ve çilelere göğüs germişler ve İslam düşmanlarına karşı aynı safta cihad etmişlerdir.

“Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (Haşr, 10)

Bu ayet-i kerime sahabeyi sevmenin farz olduğunu göstermektedir. Çünkü kendilerinden sonra geleceklerin feyden (İslam devletinde gayri müslim vatandaşlardan toplanan vergilerden) hisse almalarını onları sevmeye, dost edinmeye ve onlar için istiğfarda bulunmaya bağlamıştır. Ayet, onların hepsine veya onlardan birisine kem söz söyleyenlerin veya haklarında kötü inanç besleyenlerin fey hissesinden hak alamayacaklarını haber vermektedir. İmam Malik ve başka ilim ehlinden gelen rivayetler bu şekildedir. 

Hem ilk dönem hem de sonraki dönem Ehli Sünnet âlimleri, sonradan gelenlerin öncekilere yapacakları dua ve istiğfardan maksadın sahabeler olduğunu söylemişlerdir. Hişam bin Urve, babası kanalı ile şunu nakletmiştir: Hz. Aişe bana şöyle dedi: “Ey kardeşimin oğlu! Onlar Resulullah’ın sahabesine istiğfarla emrolundular fakat kalkıp onlara küfrediyorlar.” (Müslim, 4/ 2317)

Sa’d bin EbiVakkas şöyle demiştir: “İnsanlar üç derecedir. İlk iki derecenin insanları geçip gittiler. Geriye sadece son bir derecenin insanları kaldı. Ne yapıp edin kalan son derecenin içinde olmaya çalışın. Sonra şu ayetleri okudu: “(Allah’ın verdiği bu ganimet malları,) yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah’tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah’ın dinine ve Peygamberine yardım eden fakir muhacirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır” (Haşr, 8) 

Bu ayette bahsi geçenler muhacirlerdir ve bunların derecesi geçti. Sonra şu ayeti okudu: “Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdi.r” (Haşr, 9) Burada bahsi geçenler ensardır ve bunların da derecesi geçti. Sonra şu ayeti okudu:

“Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (Haşr, 10)

İlk iki ayetin makamı ve derecesi geçip gitti, geriye sadece son ayette geçenlerin makamı kaldı. Bunların görevi ilk iki gruba istiğfarda bulunmaktadır. (el-Müstedrek, 2/ 484)

Resulullah (s.a.v.) de sahabelerinin tümüne çok değer vermiş ve onlar hakkında övgüde bulunmuştur.

“Sahabeme küfretmeyin. Sahabeme küfretmeyin. Allah’a yemin ederim ki sizden biriniz Uhud dağı kadar altın harcasa onların ölçeğine ulaşamaz.” (Müslim, Fedail, 1967: Buhari, Fedail, 292)

“Ümmetimin en hayırlısı benim dönemimdir. Sonra onları takip edenler, sonra onları takip edenlerdir” ( Buhari, Fedail 288- 289)

Bütün bu açık delillere rağmen Rafıziler Sahabeye acımıyor ve onlar için Allah’tan istiğfarda bulunmuyorlar. Üstüne üstlük bir de onlara küfredip bir kaçı hariç hepsini tekfir ediyorlar. Kalplerinde onlara karşı sevgi olması gerekirken bunun yerine kin ve nefret doldurmuştur. (Akidetü Ehli Sünne, 2/ 770; Ali Muhammed Sallabi, Doğuşundan Günümüze Şiilik Ve Rafızilik)