Fırından ekmek alıyorum, satıcının lehçesine takılıyorum.

Türkmenistanlıyım diyor.

Yolda bir grup genç adres soruyor, baharın göçmen kuşları

gibi sırt çantaları ellerinde.

Türkmensiniz değil mi diyorum , hayır Afganistan dan

gelmekteyiz demekteler.

Markete uğrayacağım, iki genç kaynak suyun başından

hareket etmiş gelmekteler, ellerinde beşer kiloluk iki bidon bir yokuşu

çıkacaklar, kolay gelsin çocuklar, ne güzel iktisat etmek, suyu kaynağından

almışsınız, Afgansınız değil mi diyorum.

Hayır, Muş tan geldik diyorlar.

Eve götüren yokuşu tırmanıyorum yüküm ağır, yürüyüşü ile

beni hızla geçen iyi giyimli, kibar genç dönüp saygı ile yardım edebilir

miyim diyor, teşekkür ediyorum bu âli cenaplığına, Muşlu musun diyorum fakat

yine yanılıyorum.

Hayır, Suriyeliyim diyor.

Aynı gün oluyor tüm bunlar.

Rızıklarını aramak için çalışmaya gelmiş, her biri.

Onlara her yerde rastlayabilmekteyiz.

Yol inşaatlarında, bina yapımında, bahçe kazmada, tevek

budamada.

Zemheri de bile sabah erkenden, belirli camilerin

önlerinde beklemektedirler.

Büyük bir grupturlar, umutla bir iş beklerler bazen güneş

yükselir saat on olmuştur, hatta öğleni bulmuştur, boynu bükük üveyikler gibi

kaldıkları tek göz hanelere dönerler.

Talihlilerini ustalar, işverenler, işçiye ihtiyacı

olanlar gelip götürürler.

Günlük işçilerdir.

Fakat suleha nerede.

Günlüklerini yerli hesabından tutmak artık iyi niyetli

gönlü geniş erenlere kalmıştır.

Nice uyanık yabanarısı için ücret çoktan belirlenmiştir;

yerlinin günlüğü 150 ise bunlar,20-100 arası çalıştırılacaklardır.

İşte bu detay ayrı bir üzüntü konusu.

Hastanelerde ne kadar Azeri doktorla karşılaştım son

yıllarda.

Doğu Türkistanlılar yıllardır Zeytinburnu nu mesken

tutmuşlar, deri el yapımı ceketleri satıp mütevazı gelirleri ile mutlular.

Her zaman ağırbaşlı ve düşünceli Uygurlar, Mahmut paşa da

çeyizlik el işlemeleri satmaktalar; hüzünlüler, sanki Çin de idam edilen her

Uygur genci onların ciğerinden bir parça koparmaktadır, bu yüzden nakışların

çiçekleri hiç sevinç düşürmemekte yüzyıllar ötesinden gelen kahırlarına.

Sadece ümmetin evlatlarına rastlamamaktayım elbet.

Ukrayna nın çocuklarına da rastlıyorum küçük dükkânlarda,

ufak tefek eşyalar satıp ayakta kalmaya çabalayan.

Ya da Yugoslav, Romen hemşirelere, özel hastanelerin

endoskopi, kolonoskopi servislerinde.

Sanki imparatorluk günlerindeyiz diye gizli bir mutluluk

mudur yaşadığım bilemem ama insanların rızıkları peşine düşmeleri ne kadar

saygıya değer.

Rahman da sanki onların başlarını, Ayet-i Kerime de

okşamaktadır:

Kim Allah tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan

eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah a tevekkül ederse, O ona

yeter. Muhakkak ki Allah emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir kader

tayin etmiştir. (65,2-3)