Bu memlekette belli bir çevre sürekli olarak militarizmden yana oldu, darbe çığırtkanlığı yaptı ve de yapıyor. Bunu da hep memleket sevgisi, ülkenin  yüksek çıkarları adına yaptıklarını söylediler. Öyle bir noktaya gelindi ki bugün darbecilere karşı çıkmak sanki ülkenin yüksek çıkarlarına  karşı olmak gibi algılanmaya başlandı. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak şu günlerde ulusalcılık ve millilik adına siyasete siyaset dışı müdahelenin gerekliliğini ileri sürenlerin  sayısı sanıldığından daha fazla.

Bu tesbitin ardından 12 Eylül darbesinin dün yıldönümü olduğunu ve bu vesile ile  bu darbenin getirdikleri ve götürdükleri hususunda yapması gerekenlerin ciddi bir muhasebe yapıp yapmadıklarını sormak istiyorum.

12 Eylül askeri darbesini 30 yaşın altındakiler pek hatırlamazlar. Belki anlatılanlar ve yazılanlar vesilesiyle bilgisi olanlar olabilir. Buna karşılık 35-40 yaş üzerinde bulunanlar 12 Eylül darbesini bütün dehşetiyle yaşamışlardır. Çünkü,12 Eylül darbesinin ardından bu ülkede her görüş ve düşünceden 100 binlerce insan tutuklanarak cezaevlerine dolduruldu. Büyük bir bölümü aylar süren işkence, sorgulama ve yargılamanın ardından beraat etmiş de olsa bu insanların devletle her türlü bağı kopartıldı. Beraat etmiş 10 binlerce  insanın sırf haklarında soruşturma ve dava açıldı diye devletteki görevine son verildi, işsiz güçsüz sokaklara terkedildi. Ve bu öyle bir  şekilde gerçekleşti ki, vatan için öldüklerini söyleyenler ile hain ilan ettikleri kişiler askeri cezaevlerinin aynı koğuşlarını paylaştılar.

Bütün bunları aktarırken maksadım elbette çekilen acıları yeniden insanlara hatırlatmak değil. Maksadım unutkan bir millet olduğumuza vurgu yapmak, bu sebeple de yaşanan olayları çok çabuk unuttuğumuzu hatırlatmak. Sanki hafıza kaybı yaşıyoruz. Böyle olunca da olaylardan ders almıyoruz, aynı yanlışlar tekrar tekrar gündeme gelebiliyor.

Sözün burasında 12 Eylülün yıldönümü münasabetiyle dün iki ayrı gazetede yayınlanan iki röportajdan kısa bölümler aktarmak istiyorum. İstiyorum ki, ükeyi anarşi ve terörden, bölünmesini engellemek için yapıldığı söylenen bir askeri darbenin bu ülkenin başına bir başka terör örgütünü nasıl musallat ettiğini okuyucularıma hatırlatmak.

İlk alıntım Milliyetten.

22 yıl askeri mahkemelerde savcı ve kıdemli hakim olarak görev yapmış olan Emekli Albay Ümit Kardaşın "PKKyı büyüten 12 Eylüldür" tesbitinin bugün yeniden değerlendirmeye ve yoruma tabi tutulması gerektiğini düşünüyorum. Kardaş, Belma Akçuranın sorularını cevaplandırırken PKKkonusunda şu değerlendirmeyi yapıyor:

"12 Eylül Kürt sorununu içinden çıkılmaz hale getirdi. Baskı ve işkenceler PKKyı büyüttü. 12 Eylülde 1500-2000 kadardılar. Ama ilgisi olmayan insanlara öyle kıyım yapıldı ki sayıları 20 bin oldu."

Zulüm ve haksızlık ile olayları önlemenin mümkün olmadığı, aksine insanları terörün kucağına attığını bu tesbit açıkca göstermiyor mu Öyle ise toplumun huzur ve güveninin tesisinde en önemli husus adalettir. Bir takım öfke ve kızgınlıklara kapılarak karşınızdakiler suçlu bile olsa, onlara muameleniz sınırı aşıyorsa orda adalet kalmamış demektir. Adaletin kalmadığı yerde artık hak ve hukuktan söz edilemez. Hak ve hukukun ayaklar altına alındığı bir ortamda ise anarşi hakim olur, insanlar teröristlerden medet ummaya başlar.

Bir başka alıntıyı da Vatandan aktarmak istiyorum. Bu alıntım Devrim Sevimayın  Seyyid Haşim Haşimi ile yaptığı söyleşiden:

"Kürtler devlete ciddi anlamda 12 Eylülde küstü. Her Kürt ailesinden biri Diyarbakır Cezaevinden geçti. Bir örneği daha olmayan işkenceler yapıldı orada. İnsanlar hâlâ dengesiz. Ve bu ciddi bir kırılma noktası yarattı. PKKnın kendisine bölgede yandaş bulmasının nedeni de bu Diyarbakır Cezaevidir."

Sanıyorum yoruma ihtiyaç yok. Sadece, ülkede terör var öyle ise darbe olsun ve terör önlensin gibi söylemler yanlış olduğunu bu tesbit göstermiyor mu Terörün önlenmesinin yolu devlet-millet kaynaşması ve kucaklaşmasıdır. Buna şiddetle ihtiyacımız var. Şiddete şiddetle, adalet ve hukuk sınırlarını aşarak karşılık vermek terörü ve şiddeti engellemiyor, aksine üzerine benzin dökülmüş tesiri yapıyor.