*Zeynep Arkan’ın şiir kitabının adıdır.

Orada her akşam gün batarken tepenin eteğinde toplanılır. Hemşeriler anlaşmış gibi saati saatine yerlerini alır bir birilerini saygı ve tebessümle selamlarlar. Havaya derin bir sükût hâkimdir. Herkes aynı anda gözlerini ufka dikmiş güneşin batışını salise salise izlemekle meşguldür. Çoğunun yüzünde vakarlı tebessüm gezinir dudaklarının kenarında toplanır öylece bakarlar. Pek azı durgun ve ifadesizdir. Lakin hepsinde huzuru deneyimleme mutluluğu gözlemlenebilir.

Gün çekilip giderken tepeye getirilmiş olan semaver kaynatılmaya başlar. Ondan süzülen buhar gökyüzüne uzanan harelere dönüşür. Hava açıksa, ki orada yılın her günü hava açıktır, ay gökyüzünden göz kırpmaya başlar. Önce ihtiyarlar ağaçların sırtına yaslanır. Bağdaş kurarlar. Onların zeki bilgece çocukları gözlerinde parıldayan kıvılcımlarla soluksuz sanki bin yıllık olgunluğun sahipleri gibi dizilirler. Öyle ki bizden bir yetişkin bu çocuklardan birisi ile karşılaşsa dili tutulur çekinir utanır. Hatta kravatını düzeltmeye ceketini iliklemeye yeltenebilir. Oranın kadınları hilmleri ile ünlüdür. Upuzun elbiseler giyerler. Kaftanı andıran kumaşların içinde hayal gibi dururlar. Yüzleri açık ve berraktır. İstihzaya mahal vermeyecek bir ciddiyeti taşırlar. Genellikle yaşlıları evli gençleri bekârdır. Oranın erkekleri güçlü kuvvetli bir görünüme sahiptir. Hemen hepsi heybetlidir. Kimisinin boynunu aşmayan uzunlukta gür sakalı vardır. Ormanın karanlığına tereddütsüz dalar, envai çeşit canavarla cesurca dövüşürler. Onları gıybet ederken göremezsiniz. Kimsenin yaptığı işi uluorta ayıplamaz kimseyi de yüzüne karşı övmezler. Tebrik, tasdik veya gizlice ihtar.

Her akşam gün battıktan sonra ağaçlara sırtını vermiş ihtiyarların etrafında evvela derviş siretli çocuklar sonra vakarlı hanımlar, en arkaya da gözü pek erkekler dizilir ve dinlerler ihtiyarların bilgece sözlerini. Gecenin en koyu vaktinde binlerce yıldız göğe birikir. İhtiyarlar susar ve gözlerini göğe dikerler. Yıldızların arasında onlarca bakış dolaşır, ta ki çocukların uykusu gelene kadar. Hemşeriler aynı anda kalkıp tepeden ayrılmak üzere yola çıkarlar. Onlara ne bir kandil ne de gece lambası eşlik eder. Tek yoldaşları yıldızlar ve mehtaptır.

Bir gün oralara yolu düşen fakih bir kimse erdem sayılan ne varsa yermeye niyetlenmiş. Çünkü ne yapsa kendi memleketinin insanlarını oraların insanına benzetememiş. Son çare leke sürmek iftira atmakmış.

İşte o gün bugündür oraların insanlarıyla karşılaşan buranın insanları fenalaşır ve iyileşmek için onları dışlarlar. Dışladıkça iyileştiklerini sanırlar. Oysa içlerindeki son iyi hal de bu yolla yok olup gitmiştir. Artık kuru bir odundan içi boşalmış kütükten farkları kalmamıştır. Kaba sayarlarken kabalaşmış, kibir atfederken böbürlenmiş, iftiralardan dem vururken iftiranın âlâsını atmıştırlar bile. Bir süre sonra attıkları kurşunları çıkartıp üzerindeki kan izleriyle birlikte övünerek göstermek üzere onları biriktirmeye başlarlar. Kan çoğaldıkça gururları yükselir. Marifeti kanda sanırlar. Sonra çoğalmakla övünürler. Yaratılış gereği olağan olan ne varsa onlar için övünülecek meziyetlerdir. Kendilerine bol miktarda şakşakçı da bulurlar. Bol para kazanır dünyaya kazık çakılmayacağına dair ültimatomlar verirler. Bu esnada yeni bir kazık toprağı boylamıştır bile. Kapitalist düzeni eleştirirken kapitalizmin göbek taşı olan bu insanlar işte oraların insanına tahammül edemeyecektir.

Oraların insanı içinden gülmektedir söylenenlere olup bitenlere. Oraların insanlarına selam ile.