Kemal Sayar’ın şiirinde çıkar karşımıza Rükneddin. Yetişkindir ama ruhen ve kalben çocuk saflığını yaşar. Hayata baktığı pencere yaralarından oluşmuştur. Savunmasız henüz uçmayı öğrenememiş bir yavru kuş gibi sunar kalbini kalabalıklara. Hislerinin hatta kalbinin umarsızca kanalizasyona atılacağını tahmin etmez. Sanır ki gösterdiği her yüz onu çepeçevre sarıp sarmalayacak. Kalbini kime açmışsa yeni bir dost kazanacak. Kendisine benzeyen suretleri arar durur. Aynalardan geçer bulamaz. Ağlar çünkü ağlamak kalbi olanların işidir. Sokakların soğuk yüzünden geçer. Akşamların alacakaranlığında kaybolur. Sık sık ardına bakar ve sorar trampetini. Orada unutulmuş zaman diliminde yitirdiği güzellikleri ister yeniden ve bilir ki gelmez o günler artık. Toplumun deli saydığı belki şizofren tespiti konulan bu adam aslında yoğun felsefi düşüncelere sahiptir. O önce kendi içine kalbine odaklanmış oradan dünyayı seyre dalmıştır. Kimselerin durmadığı bir durakta belki ömrünün son gününü beklemektedir. Tedirgin midir yoksa rahat mı? Rükneddin yarından korkar gelecekteki bilinmezlikten ürker. Yalnızlığının tedirgin edici yanı belki bu gelecek kaygısıdır. Yetimliğini hayatının tümüne yayar. Büyüse de çocuk gibi kalma klasiğinin nedeni biraz da budur.
Cemal ise Onur Ünlü’nün Sen Aydınlatırsın Geceyi filminde çıkar karşımıza. Pek çok yönüyle Rükneddin’e benzer. Yetişkindir ancak dünyaya çocuk gözleri ile bakar. Belki bu nedenle duvarların ardını görebilir. Zaman zaman telaşa kapılır ve intihar eder. Duygu dünyasının içinde kaybolmuş gibidir. Yüz ifadeleri genellikle dalgın görünüme neden olur. Olmasaydık ne olurdu diye sorar. Kendi varlığının dünyadaki etkisini merak eder aslında. Dünyanın yaşamanın gerçek anlamı üzerine yoğunlaşır. O Rükneddin’den farklı olarak bir yar bulur kendisine: Yasemin. Onu sever evlenir. Ancak sonrasında karısının bir başkasının çocuğunu taşıdığını öğrenir. Sevgiye inancı sarsılır kızar. Bundan sonraki olaylarda ve yaşadığı pişmanlıkta onun yine çocuksu yönünü görürüz: Affetmek. Nasıl beş dakika önce boğaz boğaza kavgaya tutuşan çocuklar beş dakika sonra bir şey olmamış gibi güle oynaya oyuna devam eder Cemal de böyle olacağını sanır. Ancak yetişkinlerin dünyasında hiçbir şey o kadar basit değildir. Haksızken haklı olmak o dünyanın vazgeçilmez kuralları arasındadır.
Bu iki portreye bakarak Küçük Prens’in hiç büyümeden dünyaya bakmaya çalışmasının aslında nasıl bir iç kaosa dönüşeceğini görüyoruz. Delilik ve deliliğe övgü meselesi aslen bu saflığa övgüden başka bir şey değil. Kötülük düşünmeden yaşayabilecek kadar saf olan bir gün bu hayatta Rükneddin veya Cemal gibi bulabiliyor kendisini. Rükneddin kötülüğe bulaşmasa da Cemal zamanı durdurmak için saflığından vazgeçiyor. Ancak bunun bedeli de ağır oluyor. Filmde o son sahne kötü bir hal üzere kaybolan kişinin resmini yansıtırken Rükneddin iyi bir hal üzere kaybolan kişiyi temsil ediyor. Ancak her ikisi için de yaşamak kendi varlığının içinde kaybolup gitmekten ibaret. Çünkü saf olmayan bir yerde saflığı korumak zaman zaman akla vedayı gerektirir. Her iki karakter ve geniş bakış açısı ile Küçük Prens olmak yalnızlığa adım atma cesaretini göğüslemek demektir. Ya bu ağırlığın altında yok olup gider insan ya da dünyaya uzak gözlerle bakan derviş ruhlu bir filozof olur. Derin düşünmek için bu yalnızlık hali olmazsa olmazdır kuşkusuz.