Son günlerde diye başladım ama, galiba son haftalarda demeliydim. AKP etiketli medyanın son haftalarda kurup yazdığı “psikolojisi bozulan insanlar” senaryolarına iki gün önce bir yenisi daha katıldı.
Gecenin bir yarısına kadar hayranı oldukları erkek şarkıcıyı ayakta izledikten sonra, biraz nefes almak, biraz da zevk paylaşımı yapmak için daldıkları mekanın alkollü sınıfından olduğuna bakmaksızın çöküp kalan üniversiteli kızlarımız, psikolojilerinin orda yaptıkları tartışmadan sonra bozulduğunu hissetmişler ve tahsis edilen avukatla AKP medyası turuna çıkmışlardı, diye özetleyeceğimiz o “yapım”ın sıcaklığı sürerken, bir ana ve kızları da bindirildi iki gün önce o kervana.
AKP medyasının “Ağır ağbi”si olmaya ilerlerken, farkettirilmeden “sazan” rolü üstlendirilen yazar Engin Ardıç’ın 23 Şubat 2019 tarihli Sabah Gazetesi’ndeki yazısından istifadeyle özetleyeceğiz olayı.
“Ortaya bir fotoğraf çıkardılar, yaşlı bir kadın çöp tenekesini karıştırıyor…”
Kılıçdaroğlu’nun parti toplantısında gösterdiği o fotoğrafı medya takipçileri hemen hatırlamışlardır. İşte o fotoğraftaki kadını bulmuşlar, ölçülerini medyaya dağıtmışlar. Biz sayın Ardıç bey’in yazdıklarından tanıyacağız.
“Yaşlı hanımın adı… Pek o kadar yaşlı da değil, hepi topu 54. Dört katlı evi varmış, maaşı da.
Çöpü de kimsesiz sokak hayvanlarına yiyecek bulmak için karıştırırmış…”
İnternetin motorlarına “çöp karıştıran kadınlar” yazılırsa, sayılamayacak kadar resim çıkarken arayanların karşısına, neden bu bir tanenin kimlik tesbiti yapılmış sorusunun cevabı da bilinse gerek.
Kılıçdaroğlu ünlendirdiğinden savunması yetersizdir. Zira diğer resimlerdeki çöp karıştıran kadınlarımızın da varsın dört katlı olmasın, evlerinin, maaşlarının olduğunu duymak ister bu ülkenin insanları, hem de bir çeyrek asırdır belediyelerde iktidar olan partinin itibar peşindeki sorumlularından.
Mali durumunun rahatlatıcılığıyla kalmamış yazar Ardıç bey. Çöp tenekesi karıştırma sebebini de kadıncağızın ağzından not düşmüş siyah mı siyah harflerle..
“Yanımızda büyük marketler var, dönerciler var. Artıklarını atıyorlar. Ben de alıp hayvanlara veriyorum, bunu hep yaparım..”
Büyük marketlerin, dönercilerin yanındaki apartmanın dört katının sahibi bir kadın, neden oraların sorumlularıyla anlaşmıyor da, çöp tenekesinden devşiriyor artıkları, sorusu hiç gelmemiş ünlü yazar Sayın Ardıç bey’in aklına; belki de aklını Kılıçdaroğlu’ndan mahkemelerde tazminat almak maddesine taktığından…
Konu “artık” olunca, Karacadağ’ın bir köyünde yaşanmış bir güzelliği, belki daha önce paylaşmışımdır ama, burası yeridir diyerek bir daha anlatıyorum.
Ali, askerden teskereyle döndüğü günün akşamında, annesinin hazırladığı sofradan biraz erken çekilir? Annesinin ısrarına da, iki kelimeyle cevap verir. Adresi Başkent olan bir kıtada yapmıştır askerliğini ve öğrendikleri vardır ne de olsa.
“Artık yemem!”
“Gayri dayanamam ben bu hasrete” türküsündeki kelimelerin çınlatıldığı o köyde, tek bir manası vardır “Artık” kelimesinin. Ali’nin annesinin şaşkınlığı işte bu yüzdendir. Sonra toparlar kendini. Ciğerparesini tatmin etmenin peşine düşer.
“Ne artığı, gadasını aldığım Ali’m, ne artığı? Sen geldin diye bugün pişirdim o aşları..”
Ülkesinin ana muhalefet partisi başkanına “pişkin” sıfatı veren ve ondan özür bekleyen meşhur yazar sayın Ardıç bey’e çok özel bir soru sorma vaktimiz geldi.
Olayın, yazdığı gibi olduğuna inanıyorsa ve bizim gibi muhalefet hakkını kullanan insanları da inandırmak istiyorsa, mağdur ilan ettikleri kadın, çoluk çocuk, avukat ve aday insanıyla o çöp tenekesinin önünde renkli pozlar değil de, kimsesiz sokak hayvanları ile resimler verseydi, daha makul olmaz mıydı? O sokak hayvanları ki, kendilerini besleyen insanları sokak başlarından tanırlar ve etrafını sararlar. Hem merhametliliklerine de bir pay çıkabilirdi buradan.
Bu teklifimiz o “AKlamacı” insanlarca düşünülmemiş olabilir mi? Biz inanmayız. Lakin kendilerince uygun bir sebep mutlaka vardır. Mesela kimsesiz sokak hayvanlarına güvenemiyor olmak gibi..
Mevzuya başlarken kullanılan bir cümlesini çok önemsediğimizdendir bu yazdıklarımız. Dozajını düşürmeden devam edeceğiz üstelik.
“Ortaya bir fotoğraf çıkardılar..”
Kim çıkardı, nerde çıkardı, nasıl çıkardı?
Yüzlerce benzeri olmasına rağmen, bir o resme, niçin ilgisi çekildi sayınKılıçdaroğlu’nun?
Hazır tutulan cevaplar, hemen o andan itibaren mi ulaştırıldı ünlü yazar sayın Ardıç ve saz arkadaşlarının eline.
1994 seçimlerini hatırlıyorum. Topkapı’daki tesislerimizde, mesaiden sonraki saatlerde çalışıyorum. Hedefimiz Tayyip Erdoğan’ı İstanbul Belediye Başkanı yapmak..
Bir tv kanalında, bugünün çöp karıştırıcısı kadına muadil ama biraz kilolusu ve sarı boyalısı bir kadın bağırıp çağırıyor; elinde de bir tapu fotokopisi.
Sultanbeyli’nde kaçak ve izinsiz yapılmış bir apartmanın sahibi olduğu yazılıymış o fotokopide. Hani şu geçenlerde yıkılıveren bir apartman gibi bir apartman işte. Suçlama konuları ise, AKP iktidarının her seçim dönemi düzeltme sözü verdikleri..Ruhsatsızlık, plansızlık, izinsizlik, çürüklük, vergisizlik vesaire vesaire..
Daha biz ne oluyor derken, o belgenin sahte olduğu yazılıp çizilmesin mi? Zamanını kestiremiyorum, kazandığımız o seçimden sonra da olabilir, şöhret ve rant peşinde olduklarını sandığım kişi ya da kişiler, tezgahı kendilerinin seçim kazanma maksatlı hazırladıklarını röportajla duyurmuşlardı saga, sola..
Biz bulantı yaşamıştık ve kabul edemediğimizi seslendirmiştik o yalana karşı.
Buhari’mizden bize nakledilen bir olayın bizim talim ve terbiyemizde önemli yeri vardır. Çok hasas araştırmalar yaparak, hadis-i şerif nakledebileceğine inandığı birini bulmaya çıkmıştı hani. Aradığı zatın, içi boş torba ile yanından uzaklaşan atını yakalamaya çalıştığını görünce de gittiği onca yoldan geri dönmüştü hani. Kandıranlarla işimiz olmaz diyerek hani. Tutttuğunda o ata bakacak, tımar edecek, yemleyecek, sulayacak, güvenliğini sağlayacak olması, yaptığını ne hafifletiyordu, ne de tasdikini sağlıyordu.
O çöp toplayan kadın resminin muhaliflerce kullanılmasını sağlayan bir şirket varsa, 15 Temmuz’a “Kamyoncu Kadın” uyduran reklam şirketi gibi bir şirket, esas hedeflerinin tüm bu tartışmalar sırasında gözlerden saklayarak kabul edilmesini istedikleri bir “Ayrıntı” olduğuna inanıyoruz biz. Sayın yazar Ardıç beyin, sayın Kılıçdaroğlu’nun ağzından karaladığı o cümlenin tartışma harici tutulması dikkatimizi çok çektiğinden..
“Bu tabloyu yaratan en önemli aktör de arkada gözüküyormuş.”
AKP adayları ile aynı reklam karesini paylaşan bir Cumhurbaşkanı..
Muhalif adayların Cumhurbaşkanı değil mi?
Cumhurbaşkanı önce benim partim, önce benim partimin adayı diyorsa, diğerleri yani muhalif insanlar kendilerini bir eksik, bir numaraları eksik mi sayacaklar?
Çöp toplayan kadınlarımızdan çok var. Onları tartışmaktan ziyade, “Arka plan”ı iyi analiz etmek durumundayız.
Bu son cümlemin noktasını koyup, yazıma, bitirmek istediğimde, Yemen türkülerimizde söylediğimiz gibi, “Gece bir ses geldi derinden, derinden..”
Kılıçdaroğlu’nun o resmi göstermesi say ki hepten hata olsun. Hangi şehir ihanete uğramış oldu, hangi şehir parsel parsel satılmış oldu? Maksatları bu 28 Şubat yıldönümünü saklamak, tank aşkıyla gitsinler diyenlerle ortaklıklarını sorgulamanızı ve dahası Kılıçdaroğlu ve partisiyle hesaplaşmanızı engellemektir Ey Necati!
Halbuki ben, gömleğini giydikleri ANAP’ın, eli kolu bağlı belediye başkanları mı istersiniz reklamlarıyla, arkada gözüken en önemli aktörlü reklamların paralelliğine dikkat çekecektim daha.
O sese kulak verdim, hak verdim ve burada noktayı koydum.
ERBAKAN'IN BÜYÜKLÜĞÜNÜ ANLAMAYAN BİRİ ÜZERİNE TEZLER
Kendisine hep itiraz ettiğimiz emekli AKP ünlüsünün, son marifeti kitabına ve o kitaba koyduğu isme itirazımız ve isyanımız var!
İsyanımız, Köroğlu’muzun, “Serçe” karakterlilerin gittikleri yerlerde “kahraman”laşmasına “naçar”lık benzeri yorumlanmamalı. Zira bizim attığımız “Taş” ürkmüş kurtlara, kuşlara değer. Kıymeti harbiyeleri taşlarımızın kıratına değmese de.. Görev bizim!
“Köroğlu derki: Kalmışım naçar / serçenin gönlünden şahinlik geçer / Şahini görünce ormana kaçar / Gider tenhalarda kahraman olur.”
“Başını bir gayeye satmış kahraman gibi” tutmuş, yazdırıp pazarlamaya çıktığı o kitabın adını “Küçük Erbakan” koymuş.
“Erbakan” adıyla “küçük” sıfatının bir arada olabileceğini, kendini ortaya sürerek kabul ettirmeye çalışan AKP ünlüsünün küçüklüğü her zaman, her yerde kabul görür ama, Erbakan’a namütenahi uzaklığına da ülkesini seven herkes şahitlik eder.
Tarih tekerrür mü ediyor, ne?
1973 seçim sonuçları MSP bünyesinde tartışılırken, sükut-ü hayale uğratmış Batı illerimizin çocukları arkadaşlarımız, bir cümle ile kurtulmak isterlerdi Doğu illerimizin çocukları arkadaşlarımızın hüzün yüklü bakışlarından.
Ama diyorlardı, son savunma cümlelerini kurduklarında. “Ama bizim oraların bir vilayetinden seçilmiş Milletvekiline, insanlar Batı’nın Erbakan’ı diyorlar.”
Bugün adı dahi kalmamış, unutulup gitmiş o politikacı (siyasetçi değil) dolayısıyla dik durmaya çalışan arkadaşlarımıza karşı çıkarken gerçekleri yüklediğimiz ifadelerin en hafifi şöyleydi: Erbakan varken, Batı’da benzeyenini, Doğu’da gibisini aramak hatadır, yanlıştır.
1974 affını bahane ederek, Erbakan’ın aydınlattığı insanlarımızın oylarıyla Meclis’e gelmelerine ragmen, işkence yaparcasına, Batı medyasına kutsal varlıklarını her gün malzeme ederek birer birer giden politikacıların arasında ya da başlarında “Batı’nın Erbakan’ı” sıfatıyla kalitelileştirilmek istenen kişi de vardı.
“Küçük Erbakan” olmak peşindeki AKP ünlüsüyle, Milli Görüş hareketinde yarım dönem ancak bulunmuş o politikacının negativ görünümleri, halleri elbette mukayese kabul etmez. Erbakan adına bir olumsuzluk bulaştıracaklar gibi bir endişemiz de hiç olmaz. Erbakan adıyla anılmak ve böyle anılmayı hatalarından arınmak sanması bir AKP ünlüsünün, hep paralel düşüncelere sahipliğinden olsa gerek.
Partisinin, ne hikmetse “94 ruhu” arayışıyla paralel düşmesi de tesadüf sayılmlamalı diyoruz.
Magazin tv’lerinin flaş, flaş, flaş diyerek duyurduğu haberler misali, bir hikayesinin olduğu iddiasıyla yazdırdığı hayatının kitabını pazarlamaya çıkan AKP ünlüsü emekli politikacı, “Erbakan’a yaptığı sürpriz teklifi ilk kez açıkladı” spotuyla meraklandırmış sosyal medya okuyucularını.
“Erbakan’ı ölümünden 3 ay önce ziyarete giden ve baş başa uzun bir görüşme yapan”
Türkçesi şudur bu girişin: “Uzun bir görüşme” denilen o ziyaret, Erbakan sabrının ve tahammülünün bir göstergesidir. Hasret gidermekle alakalı değildir.
O sabrı ve tahammülü niçin göstermiştir rahmetli Erbakan? Tutulma umudu az olsada öğüt verme, tebliğ etme sorumluluğunun gereği olarak..
Hiç tanığı olmayan o ziyareti, Saadet Partisi’ne transfer teklifiyle değerlendirdiğini iddia eden emekli AKP politikacısı, utanma duyusunun dumura uğramışlığının itirafından öte, Erbakan Hoca’yı hiç tanımıyormuşcasına, suskunluğundan ümitlendiğini ilave ederek aldığı cevabı anlatıyor:
“Hayır, hayır! Saadet Partisi’ne Türkiye’nin her zaman ihtiyacı var. Saadet Partisi, Saadet Partisi olarak kalır O’nun görevi farklı. Emr-i bil maruf nehy-i anilmünkere devam etmeli, siz ne yapacaksanız yapın.”
Erbakan hocamıza yakıştırılmak istenen bu cevabı, ilgili kişi ve çalıştığı reklam şirketleri, hani şu 15 Temmuz’u Kamyoncu kadın’la anlatanlar, aylar süren bir çalışmadan sonra üretmiş olmalılarki her kelimesiyle değil, her harfiyle yalanlığını haykırıyor.
Saadet Partisi’ni dolayısıyla Milli Görüş’ü Türkiye’nin varlık mücadelesindeki yegane siyasi oluşum halinden koparacaklarını böyle sözler uydurduklarında sananlar, kendi yanlışlıklarının da tasdik edildiğini ilandan ar etmiyorlar.
“Siz ne yapacaksanız yapın!”
Yıl 2007. Bir tv kanalında Erbakan konuşuyor: “AKP’ye oy vermek demek İsrail’e oy vermek demek, Amerika’ya oy vermek demek, IMF’ye oy vermek demek..”
Alternatif göremeyenlere, ne yapalım yani diyenlere, cehenneme bilet almaya hazırlanıyorsun, ikazını da yapan rahmetli Erbakan’a, bana böyle demişti iftirasına yeltenenlere bir misalimiz daha olacak.
Tarih 15 Temmuz 2007. Saadet Partisi’nin Çağlayan meydanındaki “Milli Kurtuluş Mitingi”nde Erbakan dünyaya ilan ediyor:
“Fatih’in torunları Çağlayan’da, Bizans’ın çocukları Kazlıçeşme’de buluştu!”
Rahmetli Erbakan Hocamızın, laftan başka bir şey değilsin vezninde sözleri, sarfettiğini onun için, gazeteci arkadaşlardan çok duymuştuk. Şimdi yazdırdığı kitabını pazarlarken diyorki: Ben iyi konuşurum!
Hatırlatmak lazım. Ne demiş atalarımız? “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz!”
Yoksa diyorum, küçük olarak anılsamda Erbakan adıyla olsun diyen emekli AKP ünlüsü siyasetçi, atalarımıza ilgisiz mi?
Zira;
“Onlar ki verir laf ile dünyaya nizamat,
Bin türlü FETÖ’cülük bulunur hanelerinde..”
KIRPINTILARINDAN YILDIZ ÇIKARMAK
31 Mart seçimlerine özel vaadleri olmayınca AKP’li başkan adaylarının, medyaları, trenden indirdiklerinin, trenden attıklarının parti kuracaklarını yazarak kumaflaj günlerini son kez yaşıyorlar. Bir sonraki seçimde hiç olmayacakları herkesin malumu...
Gül, Davutoğlu, Babacan kurucu oldukları partide koltukları paylaşmanın ötesinde ne yapmışlar da, yenisini kurduklarında ne yapacaklar?
Oturdukları o makamlarda gerçekleştiremedikleri hangi hayalleri varmış ki, kenarına çekildikleri partilerinin miadını tamamladığını gördükleri bu seçim ortamında, yenisinde gerçekleştirmek aşkıyla peşine düşmüşler?
“Çare var” haykırışındaki Saadet Partisi’nin konuşulmasını ve ona ilgiyi engellemek projesinden başka bir şey değildir, parça parça olmuşları, kendilerini parçalıyorlar gibi gösteren bu çabalar...
MSP’nin 1973 seçimlerinde büyüklüğünü göstermemek için oynatılan Bozbeyli’li DP hareketinin günümüze uygulanması ancak böyle oluyor.
Seçmene deniyor ki: AKP’ye bir seçim daha fırsat verin, sabredin. Baktınız olmuyor, yeni parti kurulacak ona gidersiniz. Yani sizi adressiz bırakmayacağız!
Satacak bir şey kalmadı. Zemin altınızdan kayıyor ama, Saadet Partisi’ne gitmek gibi bir acelecilik yapmayın. Siz isterseniz bir değil iki parti birden kurdururuz. Artık hangisini beğenirseniz!
Bu noktada denilecek ki; Gül, Davutoğlu, Babacan neden böyle bir tezgahın bezi olmayı yeğlesinler? Mecburiyetten... Hem adları her gün tekrarlanacak, hem de koltuklarda otururken yaptıkları yanlışlardan hesaba çekilmeyecekler. Bunu Saadet Partisi’ni engellediklerinde başaracaklarını sanmalarını da bir düşünürseniz...