“Okullar olmasaydı maarifi ne güzel yönetirdim” sözü şaka için söylenmiş olsa da, bizim idare anlayışımızı özetlemek için “cuk oturan” bir ifade. Hemen hemen hiçbir konuda sorumluluğu bulunmayan ancak bolca mazereti bulunan idareciler, öteden beri Türk yönetim sisteminin karakteristiği haline gelmişken, son dönemlerde iyiden iyiye “markalaştılar”. İdarecilerimiz hem hiçbir şeyden sorumlu değiller ama çok başarılılar hem de gayet güzel teşhiste bulunuyorlar. Tedavi ise halktan, muhalefetten veya başka bir yerlerden bekleniyor.

Gerçi idarecilerin de kendilerine göre haklı gerekçeleri vardır belki de. Mesela Milli Eğitim Bakanı bile TEOG’un kaldırılacağını vatandaşla beraber öğrenebiliyor veya Ekonomi Bakanı MTV zammını gazetecilerden duyuyor. Öyle olunca da birtakım bahaneler ardına sığınmak da kaçınılmaz olabiliyor.

Aslına bakılırsa zor bir durum. Birkaç hafta önce sürekli olarak eğitimde Finlandiya modelinden bahsedildiğinden dert yanıp, birkaç hafta sonra ortaya konan “açık uçlu soru” modelini desteklemek için “Dünya nereye gidiyor? Finlandiya ne yapıyor? Klasik olan en iyisidir” demek, gerçekten de zor bir duruma işaret değil mi? Bu sözleri duyduktan sonra “okullar olmasa eğitim sistemimiz müthiş olurdu”nun bir durum tespiti olduğuna kanaat getirmemek mümkün mü?

Mesela üniversite sisteminde yapılacak olan bilmem kaçıncı değişiklik için sıralanan gerekçelerin, muhtemelen önceden yapılan değişikliklerin sebebi olduğunu görmek de şaşırtmıyor artık. Daha basit olan sınavı önce karmaşıklaştırıp, sonra da “bu çok karmaşık” diye yine basitleştirmek ve bunu mütemadiyen yapmak şeklindeki bir kısır döngü tam da bize özgü bir idarecilik oluyor haliyle. Gerçi, idareciler de son anda öğreniyorlar yapılacak değişiklikleri, o da ayrı fasıl.

Ekonomi politikası olarak da benzer noktadayız. Hem uygulanan politikalarla bankalara, faizcilere uygun bir ortam oluşturup, sonra da “netice” olarak ortaya çıkan baka karlarını eleştirmek gerçekten tuhaf. Halbuki bunu değiştirebilmek idareciler için mümkün. Eldeki politika araçları ne güne duruyor?

Tarımdaki, hayvancılıktaki “kendi kendine yeten ülke”den “ithalatçı” ülke olmaya doğru giden yol, “idare edememe” örneği değil mi? 3-5 seneden beri bir türlü düşürülemeyen ve sürekli “kim olduğu belirsiz” lobilere, aracılara, spekülatörlere bağlanan yüksek et fiyatları, idareci profilimiz hakkında fikir vermiyor mu? Önce “fiyatları düşürmek için yapacağız” deyip, sonra “biz zaten fiyatlar stabil kalsın diye yaptık” demek, Türkiye gibi bir hayvancılık ülkesinin et ithalatı yapması utancını ortadan kaldırır mı?

MTV’ye yapılması düşünülen %40’lık fahiş zamma birtakım gerekçeler ileri sürülürken, memur maaşları için (hem de büyüme rekoru kırdığı söylenen bir atmosferde) yüzde 3.5’luk zamlar “idare edememe”ye delalet değil mi? Hele ki önümüzdeki 3 yıl için öngörülen toplamda 209 milyar liralık “bütçe açığı hedefi” bir yönetebilme manzarasına mı, yoksa tersine mi işaret eder?

Yine OVP’de açıklanan ve önümüzdeki 3 sene için faize ödeneceği belirtilen 252 milyar lira, kimseyi hayrete sürüklemeyecek midir? Bu paraya kaç tane köprü, kaç km otoyol, kaç tane hastane ve kaç tane havalimanı yapılacağını neden hesaplamamaktadır hiç kimse?

Neticede “… olmasaydı …’yı ne güzel yönetirdim” ifadesi de bir tür yönetememe itirafı değil midir ve içinde bulunduğumuz durumu ne de güzel açıklamaktadır.