BİZE rol ve yer biçenler bulunduğumuz yerlerden de

rahatsızlar. Başlangıçta belirlenmiş olan sınırları ve parçalar bile fazla

gelmeye başladı. Onlar için bu bile rahatsızlık verici. Coğrafyamız

parçalanırken ruhlarımız da parçalandı. Paramparça durumdayız şimdi.

Şam ımızı, Halep imizi, Bağdat ımızı, Mekke mizi,

Medine mizi, Necef imizi ve daha nice yerleri bizden kopardılar.

Diyarbakır ımızı, İstanbul, Bursa, Sadayevo muzu da onlardan kopardılar.

Birbirimize yabancılaştık. Bize belirlenen yerleri sadece kendimizi için

düşündük, bencil olduk. Ruh akrabalıklarımızı bir kenara bıraktık, yok saydık.

Topraklar için savaşıyoruz. Sınırlarımızın ötesinde

kalanlar sanki küfür beldesi. Bizim sınırlarımız da onlar için öyle.

Yeni sınırlar çizilmeye çalışılırken yeni kutsallar

oluşturuluyor. Tapınası putlarımızı çeşitlendiriyor ve değiştiriyoruz.

Ulemamız belirlenen sınırlara göre fetva veriyor ve ahkâm

kesiyor. Dinin kurallarını laik ve seküler bir dünya için kullanıyorlar.

Başlarındaki sarıklar ve yüzlerindeki sakallar ile Şer-i Şerif i emperyalizme

kurban ediyorlar.

Gazetecilerimiz ve medya mensuplarımız en tepede

bulunanların dudaklarının arasından çıkana göre konuşuyor, yazıyor ve

çiziyorlar. Verip veriştiriyorlar. Siyasiler konjonktür gereği rol değiştirince

sonuçlarına veya geçmişte yaşananlara bakmaksızın medya mensubu kimseler de rol

değiştiriyor. Dün siyah dediği bir şeye bugün beyaz diyor yarın ise tersini

düşünebilir.

Bölünmüş ruhluluk insanı en olmadık düşüncelere ya da

düşüncesizliklere götürebiliyor. Şam bizim evimiz ve komşumuz iken bugün Şamlı

komşularımızı lânetliyoruz. Bugün en yakınımızda olan Diyarbakır ımızı ve orada

yaşayanları lânetliyoruz. Elimizden gelse ve mümkün olsa makasla o bölgeyi

kesip haritadan çıkarasımız var. Allah korusun yeni bir parçalanmaya gidilse en

nefret edilesi beldemiz olacak.

Tuzakların farkına varamıyoruz. Tuzaklar bizde, içimizde,

kendimizde.

Neden bu coğrafyaya çöreklenmiş olan bu kötü ve kara ruhu

kovmuyoruz Neden insan olma bilincimizle kardeşlik ruhumuzu canlandırmıyoruz

Neden yıkımımızı hızlandırıyoruz

Biz neyin ve kimlerin hırsının kurbanıyız Neden biz kara

ruhluların kölesi ve oyuncakları durumundayız Neden dirimlerimizi arttırmıyor

da ölümlerimizi arttırıyoruz Neden bu dünyayı kendimize cehennem ediyoruz

başkalarına bayram yaşatıyoruz

Neden yıkılan yuvalara yenilerini eklemekten haz

alıyoruz. Neden seküler/dünyevi bir hayat için kendimizi feda ediyoruz ardından

da kendimize şehitlik rolünü biçiyoruz Diyarbakır, Halep, Şam, Bağdat, Necef,

Urfa ve daha nice yerler sahabe, evliya ve peygamberler diyarı. Bu

diyarlarımızı nasıl da lânetliyoruz. Nefretimizin kökeninde bize belirlenen

kutsal diye tanımlanan bölgeler ve beldeler. Şimdi onlar bile bize çok

görülüyor. Elimizden gelse onların bize biçtiği rolü biz tamamlayacağız.

Aslında tamamlıyoruz da. Yeni ve modern kentler inşa ederken oralarda bizim

ruhumuz yok, yani biz yokuz. Modern tapınma alanlarında inşa edilen yeni

yapılarda bize ait olmayan bir dünya kuruluyor. Bu kentler bize ait olmuyor, biz

de o kentlerin yabancısı oluyoruz. Hıristiyanlar, kendi kültürlerinin ruhuna

uygun yeni bir ümmet bilinci oluşturuyorlar. AB birlikteliği, NATO

birlikteliği, Katolik dünya birlikteliğinin farkına varamıyoruz. Biz onların

tersine aramızdaki uçurumları büyütüyoruz daha çok parçalanıyor ve küçücük

coğrafyalara kendimizi mahkûm ediyoruz. Katolikler ve Ortodokslar da artık

aralarındaki uçurumları kapatıyorlar. Onlar AB ile sınırları kaldırırken biz

sınırları çoğaltıyoruz. AB ülkelerine girildiğinde bir uçtan bir uca geçilip

gidiyorlar. Ne vize var ne sınır var ne de engel var. Biz ise zihnimizde

öylesine keskin sınırlar çiziliyor ki adım atılacak yer bırakmıyoruz. Yazık

oluyor çok yazık.