SOLUCAN MI, “SOL”UCANLI MI

“Dışkı yedirmek işkence değil!”

“Beyaz adam”lardan Prof. Dr. Celal Şengör’ün Radikal Gazetesi’nde yayımlanan uzun röportajından alınan ve reklamlık cevaplar verilen bu cümlesi üzerine bir analiz de biz yapalım.

Bu cümleyi normal şartlar altında bir insan, 12 Eylül’ü içeride, dışarıda, katılımcı veya seyirci olarak yaşamış bir insan, duyduğunda ne düşünür

Birliktelik var gibi bir intiba gelmez mi akıllara Yedirenlerin de yemesi... Oradaydım, bana işkence gibi gelmedi... Yani bu iddianın sahibi dışarıdan bir ses değildir.

Bir diğer ihtimal de şu olamaz mı Samimi ilişkiler içindeliği boşuna anlatılmayacağına göre, onlara o aklı ben verdim, itirafını, bir gün öğrenilecekti, şimdi ben söylemiş olayım, “beyaz adam” üsteliğine sığındırmak...

Orada ya da uzakta. Ama hep aklında.

Bilim insanı diyorlar, söz konusu cümlenin sahibi “Beyaz adam”a. Yanlış bir kanaat, yanlış bir tespittir bu. Şu dediklerine de bir bakılsın.

“Kenan Evren televizyona çıktı. Lütfen bu adama oy vermeyin, dedi. Koşa koşa gittik, Özal’a oy verdik. Paşa vermeyin dediği halde.”

Bu anlatımda, ANAP’ın nasıl iktidar yapıldığına dair bir anlaşılmışlık, olayların arkasındaki gerçeği görmüşlük izi var mı hiç. Sıradan bir muhabirin haberini okumuş, aklında öyle kalmış. Evren’i televizyona kim çıkardı, niçin öyle konuşturdular Soruları aklına takılmamış. Birinci parti olma şansı o ana kadar olmayan ANAP, niçin ihtilalcilerden böyle tersinden bir destek görmüştü, sorusunun cevabını da ANAP günlerindeki rahatlıklarında aramamış. Belki de aklında başka şeylere, başka cevaplar olduğundan...

“Beyaz adam”lardan biri konuşuldu, yazıldı, anlatıldı ülkemde...

BİR ŞENOL ÇIPLAK YAZISI DAHA

Geçen hafta başkanı öğdü, savundu, biz de yazdık. İnsan iki hafta dayanır. Şenol Güneş’ten incilerde sıra.

Küfür etti görüntüleri haber olunca bir bir açıklama yapmış. “...Hadisenin ayrıntılarını, maç ve olay anının gerilimi ile net hatırlamıyorum.”

Bu savunma cümlesine şu soru sorulmalı. Hafızanızı zorlamanıza gerek yoktu. Yayımlanan görüntüleri anlayıncaya kadar seyretmeniz çok zamanınızı mı alacaktı

“Bize karşı sarf edilen sözlerin niteliği ne olursa olsun,” En iyi savunma, hücum ederek yapılır felsefesine uygun cümleyi bulduğunu sanan sayın Güneş’e yine bir sorumuz olacak: Size karşı sarf edilen sözleri bir sen mi duydun Neden yok medya organlarında

“Ağzımdan yanlış bir kelime çıktıysa...”

Sen kendini bilmez isen, bu nice okumaktır Medyaya inanmıyorsun, bari yakınlarına sorsaydın.

“Kamuoyundan özür diliyorum.”

Neden kamuoyu Farkında olmadığın o yanlışlık kamuoyuna karşı mı yapıldı, yoksa Sivasspor kulübesindeki insanlara mı Sivaslının tepkisinden kurtulmanın en ucuz yoludur bu. Şenol Güneş spor adamı olmasına rağmen bu bir spor yazısı değildir.

Olayı ve savunmayı yazmamızın bir sebebi var: Özür de dilenen o kamuoyunun, yani olaydan haberli insanların akıllarından şüphe etmek. Biz böyle açıklarız, siz de inanırsınız, geçinir gideriz.

Açıklamayı bizzat kendisinin yazdığını sanmadığımız sayın Şenol Güneş, akıl vericilerini bir kontrol etsin, deriz. Yoksa sayın Başkanının, neyi nerede konuşacağını iyi bilir, demesi, hiçbir şeyin üstünü örtemez.

ORTAKLI YÖNETİM AMA KOALİSYON DEĞİL

1 Kasım sonrasının Davutoğlu hükümeti kuruldu. Yeni kabine, nasıl bir kabine Maksat bir, rivayet muhtelif.

– Milliyetçi ağırlıklı bir kabinedir bu.

Bir siyaset uzmanı böyle konuştu, liste ilk açıklandığında.

– Anlaşılan AKP, Milli Görüş’ten uzaklaştığını, 20 milletvekili istiyorlar itirazıyla seslendirmesinin yeterli olmadığını anlamış olmalı ki...

Saadet Partisi etkisi, onlarda mı, savunma pozisyonlarından bir türlü kurtulamadıkları medyada mı

– Bahçeli, kaybetmedik derken, işte bunu anlatıyordu. Ünlü Türkeş savunması: Fikirlerimiz (adamlarımız) iktidarda, biz ise içerideyiz. (Meclis’te kapıya yakın yerdeyiz.)

AKP medyasının Bahçeli istifa etsin kampanyasının ardı boştu, öyle mi

– Birleşik kaplar deneyinden haberleri olmayanlar, birleşik partilileri de bilmezler. AKP’de MHP oyu yükselince, AKP’deki MHP sayısı da yükselir.

Bu nasıl bir fizik kanunudur Ya Saadet Partililerden aldıkları Gibi bir soruya da cevabı vardı siyaset uzmanımızın.

– Bir beklentileri yok Saadet Partililerin. Gömleksiz kabul ettiler onları. Hatta giymesinler de istiyorlardır. Milli Görüş gömleği leke kaldırmaz. Korumak çok zordur zira. Kor ateşi avuçlamak gibi...

Ben inandım bu duyduklarıma.

ALIŞTIKLARI VE ALIŞAMADIKLARI BAŞBAKANLAR

Başbakan Davutoğlu’na acıma moduna girmiş AD medyası.

Yazık, diyorlarmış.

Yine ezildi, diyorlarmış.

Damgasını vuramadı, diyorlarmış.

Hırpalanıyor, diyorlarmış.

Kemiksizdirler, derler. Bir “yine” kelimesini kabul ettirirsek, kârdır diye düşünebilirler.

Hakaret taktiği tutmazsa, ki geçen hafta nasıl gelenekleştirdiklerini yazdık, himayeciliğimiz devreye girer, diyebilirler.

O kadar uçak yolcusu ve ekran parselcisi kalemşor varken, elbette kendimizi görevli saymayız sayın Davutoğlu’na yapılan hücumları dindirmek ile...

Biz kendimizi anlatırız. Onları anlatırken yine kendimizi anlatırız.

AD karteli kalemşorlarının ağbileri, onlara el ve kalem bırakanlardan birinin, kendi başbakanlarını nasıl anlattıklarını aktarmak istiyorum. Siyah-beyaz ve sessiz filmler de oynadı, çok ödüller aldı sinemada. Gibi olsun.

Onun başbakanlık yıllarında soba borularından başka tüten baca göremezdiniz, dediği ve çok sevdiği İsmet Paşa’nın şu özelliklerini ben ondan öğrendim: Bu çalışkan insanın sabahları at gezintileri yapacak vakti vardı, öğleleri Meclis gazinosunda bilardo oynayacak (milli oyun olmalı) vakti vardı ve akşamları briç masasına oturacak vakti de vardı.

Onun başbakanlarından Refik Saydam ise şu birkaç kelimeye sığmış: Vali Lütfi Kırdar’ın İstanbul’a armağan ettiği birkaç yol, birkaç meydan, birkaç yapı, Saydam’dan gizlenmiş kaçak inşaattır.

Saraçoğlu fiyakalı tembelmiş. Karpiç’teki öğle yemeği en az iki saat, sonra gelsin Meclis’teki odasında Nedim’in “Hamamiye” şiirinin sohbete konu olması. Kahveler pişerken, yasemin çubuğunda sigarası da hazır...

Recep Peker mi Balon konuşmacısı... İz bırakmadan uçan ve sönüveren köpük balonların hatibi... Anadolu Kulübünde rakı, pastırmalı yumurta, ıspanaklı börek... Yetmez mi bunlar hatırlanmasına

Sırada 27 Mayıs’tan bir ay sonra vefat eden ve yaşadığı son saatte ziyaretçisi İsmet Paşa’ya DP’lileri astırmasını vasiyet eden Hasan Saka var.

Yılın her mevsiminde ve günün her saatinde durmadan açtığı iskambil falı da olmasa, İnönü’nün son başbakanlarından olan Hasan Saka...

Astıkları Başbakan Menderes’in hakkını da veriyor, bunları anlatırken. En hamarat memurlar daha yollarda iken, Menderes’in arabası makam binalarının önünde duruyor olurdu.

Ben bunları okudum. Ne yargılamak ne de birilerine destek olsun diye yazdım. Üzülmüştüm. 28 Şubat’ı niçin yaptırdıklarını, rahmetli Erbakan Hoca’mızın tırnaklarıyla ülkesine sahip çıkmasını niçin hazmedemediklerini ve bir başbakandan ne istediklerini bir daha anladığım için...

PUTİN ENKAZCILARI SEVER

“Putin’den ricam; bu saldırıların bedelini dost ülke Türkiye&Türk milletine değil, bunu planlayan AKP hükümetine ödetmesidir.” (Nasuh Mahruki)

Bu bir tvit yazısı imiş.

Putin’den ricada bulunacak kadar samimi, sanki onun kankası. Saldırılar dediği de Suriye’den gelen Rus uçağının sınırlarımızı ihlal ettiğinde vurulması. Saldırmış olmuşuz. Suriye, Rusya’nın rahatça savaş oyunları oynayacağı bir ülke. Putin’ciği orda niye var, sorusu abes. Türkiye’de de bizim sayemizde var demenin Türkçesi, bu tarifin ötesinde nasıl yazılır.

Türkiye, Türk milleti farklıdır AKP’den. Raporlar hazırsa gönderiver bir zahmet. Ödetme planı için Putin ağana lazım.Adını deprem enkazcılığıyla duyurmuş biri, kaç yıldır işsizliğinin bedelini böyle mi ödetmek istiyor Savaşların lağımcılığı da bizim uzmanlık sahamızdır. Putin ricacıları olarak örgütlenelim. Hazır CHP de kongreye gidememişken...

Biz ne zaman okuyacağız, “Erdoğan’dan ricam...” diye başlayan bir Rusya vatandaşının tvitini Mübadele için sormadım. Yoksa diktatör Putin korkusundan mı yazamıyor Erdoğancı Rus yakınlarımız

YENİ KOD ADLARI, VATANSEVERLİK

Vatanseverlik tanımı yapıyorlar.

Devletin uluslararası alanlardaki işlerini sorgulamakmış vatanseverlik. Devletimiz en doğrusunu yapmıştır demek olmazmış vatanseverlikte. Niçin mi Çünkü yeni tarif edilen vatanseverler sınıfına girenler, Devletin o kararları almasında etkin olanlardan fazla bilgi ve beceriye sahip olduklarından. Generallerden daha fazla askerler, diplomatlardan daha fazla ilişki bilirler, bürokratlardan daha fazla dosya okumuşlardır.

Devletin işlerini niçin tartışırlarmış bu yeni yetme vatanseverlerimiz Cevapta bir kartel kalemşorunun devletini suçlaması, kötülemesi, ihbarı vardır. Boşuna mı devşirildiler

“Vatanlarının ve milletlerinin başının yok yere belaya girmesini istemezler!”

Bu ne ulvi görev!

Başımız belada,

hem de yok yere...

Ey devlet, sen bizim rahatımızı neden kaçırıyor, rant planlarımızı neden engelliyorsun

Bunu yazan kalemşorların yazdıkları sayfalarda, çok yakın geçmişte, genç Subaylar rahatsız, silah kullanırız, sıra silahsız kuvvetlerde gibi tescilli vatanseverlik manşetleri vardı.

Bakalım bu günkü vatanseverlikleri kimlerden, hangi ricaları bulunduracak onlara

KAMRAN İNAN NEYE İNANMAMIŞTI

12 Eylül’ün gerekçelerinden biri de cumhurbaşkanı seçilememesi idi. Yani cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştığında sayın İnan’ın haberi olmadan birileri onun uygun ve birleştirici olacağı düşüncelerini seslendirmişlerdi. Etnik kökeni, soyu, sopu, tarikat ilişkileri, Avrupa diploması ve Avrupalı eşi, siyasi çizgisi, yaşantısı ve tavrı hiç kimsenin itiraz alanına girmiyordu.

Kamran İnan o günlerde Cumhurbaşkanı seçilse idi, 12 Eylül olabilir mi idi T.Özal’ın dört küsur eğilimi eğip bükebilir mi idi belimizi

Maalesef siyasi bir hata yaptı Kamran İnan. Ya da o hatayı yapmaya zorlandı, onu Çankaya’da görmek isteyenler dillendirmeye başladığında bu dileklerini.

AP kongresinde Demirel’in karşısına aday olarak çıktı, kaybetti ve çekti gitti Avrupa’ya.

O kongrede “senatör İnan” hitabıyla efelenen Demirel, 12 Eylül gününü şöyle anlatıyordu bir tv kanalına: “Geldiler, üçüncü sınıf vatandaşmışım gibi aldılar, götürdüler!”

12 Mart ezikliğini telafi için K. Evren’e yol açma oyununa Demirel’de gelmişti. Bu olayların muhasebesi neden yapılmıyor bu ülkede

Artık aramızda olmayan Kamran İnan için geçmişte bunları yazmıştım ve hâlâ bu tespitlerimde ısrarlıyım.

Ardından yazılan cümlelerden biri şöyle idi: Dışişleri Bakanı olmak hayali vardı. Herkesin malumudur bu hayal. 12 Eylül’ün daha ilk günlerinde K. Evren’e gönderdiği, emrinizdeyim, geleyim beni Dışişleri Bakanı yapın, yorumunu yaptıran mektubu hâlâ hafızalardadır.

Hayaller küçük kalınca, ömrü böyle biter bir politikacının, tezine güzel bir misaldir Kamran İnan. Allah rahmet eylesin.

BABALAR VE DAMAT OĞULLARI

Berat Albayrak. Tanıdığımız son Milli Damat. Bir önceki de Meclis’te CHP sıralarında sade milletvekili sıfatı ile oturuyor: Demirel’in teberiği İlhan Kesici. 80 milyonun Meclis’inde iki Milli Damat sayısının azlığı ya da çokluğu tartışmamızın dışında.

Ben bakan Albayrak’ı merak ediyorum. Millî Gazete’den mesai arkadaşım Sadık Albayrak’ın oğlu, bir hoca yazarın oğlu, bir edebiyatçının oğlu. Enerji uzmanı.

Kendi ocağımdan bilirim. Fen öğrencisi olmadılar çocuklarımdan hiç biri. Enerji, baraj, petrol, doğalgaz, elektrik faturası da girmedi ilgi alanlarına.

Merakım şu: Akşamları ne konuştu da Sadık ağabey, Berat daha çocuk iken, enerji uzmanı olmayı koymuştu kafasına.

Millî Gazete okuyucuları arasından, Sadık Albayrak’ın yazdığı günlere çocukluğum çakışmıştı. Dolayısıyla ben onu okuya okuya enerjici oldum diyeni ne duydum, ne gördüm.

Bir ilahiyatçının, çocuklarının istikbalini ilahiyatçılıkta görmemesini de hiç anlamadım. Halbuki partileri AKP, ilahiyatçıları da çok önemsemiştir. Altıkulaç örneğini en iyi bilenlerdendir Sadık Albayrak ağabey.

Nasıl oluyorda böyle oluyor.