Benİm Hafız Ahmed Hoca ile arkadaşlığım otuz iki sene

sürdü.

Kasım ın kasvetli bir günü aramızdan ayrılana dek.

Çocuklarımın dedesi, sevgili eşimin babası,

kayınvalidemin altmış yıllık aşkı, benim de tarih sohbetleri yaptığım kıymetli

kayınpederim idi.

Gözyaşları içerisinde en fazla çocukluğunu örnek verirdi,

çocuklarıma:

bizim zamanımızda gaz yoktu, aş, tuz, un yoktu, odun

yoktu; fakirlik diz boyu, baskılar başımızı aşardı, köyümden ayrılıp

Beyşehir de hafızlığımı tahsil ederken kaldığımız evde gaz yoktu ki çıra yakıp

ışığında dersimizi çalışalım, odun yoktu ki soba yakıp ısınalım, donardık; un

yoktu ki ekmek yapıp karnımızı doyuralım, çoğu zaman aç yatardık, ne

sıkıntılarla okuduk.

Onu gözyaşlarına boğan diğer bir mesele de yoksulluktan

fazla canını acıtan,1940 lı yılların Türkiye sinin baskıları idi:

Hocamız Kur an-ı Kerim öğretirken, jandarma camiyi

basar, o yaşlı zat-ı muhteremi sakallarından sürükleyerek dipçik darbeleri

altında götürürdü, biz çocuklar da jandarmanın o çok can acıtan dipçiklerine

maruz kalırdık ki, hayatımda canımı bunun kadar acıtan başka bir şey görmedim.

Hocamız, bizim minicik suratlarımıza dipçik darbeleri almamıza dayanamaz çok

ağlardı. Bir gün komşu evin ahırına gider, atları inekleri siper ederek

dersimizi fısıltı ile yapardık, baskın olduğunda cüzleri saklar, hayvanları

yemleyip temizliğini yapıyoruz, derdik. Başka bir gün, caminin mahzenine

inelim, dedi; fakat jandarma orayı da bastı, hocamızı yine sürükleyerek

götürdüler, birkaç arkadaşımın boş tabutlar içine girip kapağını kafalarına

çekip saklandıklarını görünce ben de koştum, zayıf, çelimsiz bir çocuktum bir

tabutun kapağını açtım ki, camiye yıkanmak üzere getirilmiş bir cenaze

yatıyordu ama jandarmanın ayak seslerini duyuyordum, korkmama rağmen ölünün

yanına uzandım kapağı üzerime örttüm, titreyerek hıçkıra hıçkıra ağladım epey

bir zaman sonra jandarmalar çekilince, tabuttan çıktım korkudan ödü patlamak

neymiş, çok yaşadım .

Hafız Ahmed Hoca nın hayatı Kur anla iç içe geçti, her

gün bir hatim indirmekte idi, son günlerde şikâyeti: yaşlandık galiba artık

iki günde bir hatim indirebiliyorum derdi.

Hayatında şahid olduğum en güzel hasleti eşine çok iyi

davranması idi, hanımına sevdalı değil, kara sevdalı idi. Evlenip İzmir e

gittiğimde o zaman 45- 50 yaş arası olan bu çifte çok şaşırmıştım; el ele, göz

göze, diz dize oturmakta idiler, annem ve babamı hep resmi, ciddi gördüğüm için

yadırgamıştım. Kayınvalidem eline bir örgü alsa, eşi hemen o örgüyü alır,

kenara bırakır: bırak onu sultanım, senin kolların yorulur ben sana kıyamam,

dayanamam derdi. Hayatları aile eğitim seminerlerinde örnek verilecek bir

sevgi demeti idi. Kayınvalidem de eli kanda bile olsa, beş vakit eşini kapıdan

uğurlar ve karşılardı, belki o anda hamur yoğurmaktadır kapı çalınır, o unları

parmaklarından sıyırır kapıya koşar, çocukları; anne biz açarız dese de, o,

hayır, çocuklar; babanız beni görmezse hasta sanır üzülür, ben onun üzülmesine

dayanamam derdi. İlk önceleri bu karşılama törenlerini de yadırgamıştım, kayınvalidem

bülbül şıkırtısı gibi sesi ile:

buyurun buyurun hoş geldiniz efendim, başımın tacı,

gönlümün ilacı, çöl vezirim derdi, herhalde çok değerli bir yakını geldi diye

kapıya koşar yarım saat önce camiye gitmiş kayınpederimi görünce şaşardım.

Peygamberimizin sevgi şifadır hadisi gereğince

birbirlerine sevgileri ile şifa oldular, ağır hastalıklarını hep sevgi ile

atlattılar. Kayınvalidemin en ufak rahatsızlığında kayınpederim eşinin elini

tutar:

sakın ölme, Allah benim ömrümü alsın, sana versin, ben sensiz

yaşayamam der inci gibi gözyaşları, bembeyaz sakallarından süzülürdü.

Örnek bir hayatları vardı, mahallelinin adeta

sıkıntılarını teskin eden bir terapi merkezi idi evleri, elemi olanlar derhal

bu mutlu haneye koşarlar; eşinin aldattığı kadınlar, evladının eziyet ettiği

anneler, onların vaaz ü nasihatleri ile dertlerine derman buldular, yoksulluk

çeken garipler haneden hep mutlu ayrıldı. Binlerce talebeye bu sevgi dolu karı

koca, Kur an-ı Kerim öğretti.

Kayınpederimin bir diğer özelliği cömertliği ve misafire

ikramı, idi; kızlarına gelinlerine talimatı, her gelene ikramda bulunacaksınız

derdi, bazen o gençlik günlerimde, iki sokak ileriden yani yakından gelen

ziyaretçilerine, İzmir in sıcak günlerinde soğuk bir meşrubat vereyim de kalkıp

giderler diye umardım ama o zarif hafız mutfağa gelir, fısıltı ile yemek

hazırlıyorsunuz, değil mi diye hatırlatırdı. Yemeği de geçtim canımı en fazla

sıkan şey, sofradan insanların hızlıca kalkmaması idi, bulaşıkları yıkayıp

dinlenmek isterdim ancak ne kadar yavaş yerlerdi konuklar, soruları bitmez

aheste davranışlarına içerler, içimden hadi yemeğinizi de yediniz kalkıp

gidin diye geçirdiğim anda, kayınpederim, çayları beklerdi. Eskinin insanları

bizden daha tahammüllü, daha saygılı idi kardeşlerine.

Bu güzel huylu insan; son hastalığından kalkamadı, emr-i

Hak tecelli etti, o çok sevdiği Rahmana kavuştu, bir bahar günü gibi berrak bir

havada, Konya nın Karaali Köyü ne götürdük, dede evinde bir gece bekledi ve çok

sevdiği annesinin babasının yanında, köyünün yüksek tepesinde Rahim olanın

rahmetine emanet ettik. Nur içinde yatsın. Âlimin ölümü, âlemin ölümü gibidir.

Siz değerli okuyucularımdan bir Fatiha istirham ederim.