TOPLUMSAL gerginlik, çatışma, kavga arttıkça, insanlar arasına gereksiz mesafeler girdikçe, fikir ve düşünce bağlamındaki farklılık giderek bir düşmanlığa dönüşüyor. Artan düşmanlıklar, hoşgörüsüzlüğe yol açıyor, aklıselime de yer kalmıyor.

Birbirlerinden farklı düşünen insanlar, artık basit bir görüş ve ideoloji ayrılığı noktasından bir potansiyel hain ve düşman noktasına itiyorlar birbirlerini. Bu dönemin ruhu toptan reddetme, toptan inkar etme ve toptan düşman olmaya zorluyor toplumu. Bu şartlarda makul olana da hayat hakkı kalmıyor tabi.

Toplumun siyaset eliyle “karpuz gibi ortadan ikiye bölünmesi”nin sancıları bunlar. Kendi düşünesine sahip olanı bu ülkenin dostu, bu ülkenin menfaatlerinin savunucusu görüp, kendi gibi düşünmeyen herkesi kesin bir dille hain, kalleş vs saflarına iten bir taraf olma sorunu var önümüzde. İnsanlar, “ya bizdensin ya da onlardan” diye sınıflandırılıyor. Toplum, farkında olmadan taraflardan birini seçmek durumunda bırakılıyor.

Halbuki, bu ülkede birçok farklı kimlik, kişilik, özellikte insanlar var ve bunlar Anadolu’da bulunduğumuz dönemlerden beri bir arada yaşamış, Allah izin verirse yaşayacak da. İlk başlarda “bizim mahalle-karşı mahalle” aculluğuyla başlayan bu ötekileştirme tutkusu, giderek siyasi bir nitelik kazandı. Siyaset işin içine girince şiddeti de arttı bu taraf olma meselesinin ve aklı, mantık, insaf ölçüleri de iyice çığırından çıktı.

Bugün, bir partiye mensup olmak “vatanseverlik” olarak takdim edilebiliyor ve o partiye mensup olmayan herkes de bu ülkenin kötülüğü için çalışan hainler sürüsü olarak tanımlanabiliyor. Tarifi mümkün olamayan, aklın ve mantığın alamayacağı kadar zavallıca bir tavır bu. İnsanlar artık, ne söylendiğine değil, kimin, hangi partilinin söylediğine bakıyorlar önce. Sözün değeri yok, söyleyenin tarafı önemli. Böyle bir hakikat ölçüsü düşünülebilir mi

Karşılıklı konuşan insanlar, birbirlerini anlamak ekseninde değil, kendi taraflarının ne kadar da doğru olduğunu karşıdakine dikte ettirmeye çalışıyor. Birbirini dinlemeye ve dolayısıyla anlamaya ihtiyaç duymuyor toplum. Karşı taraftaki insanla ilgili olarak önceden oluşturulmuş bir algıyı yüklenmiş olan insanlar, sadece yaftalamak peşinde koşuyorlar maalesef. Halbuki, sadece tek bir düşünce, fikir, ideolojiye sahip insandan müteşekkil değil bu toplum. Herkese, elbette ki meşru koşullar içinde kaldığı sürece, yer olması gerekiyor.

Özgür düşüncenin, sorgulamanın, soru sormanın olmadığı bir ortamda, toplum kendine propaganda yoluyla ezberletilenleri tekrarlar vaziyette. Hiçbir tutarsızlığı, hiçbir yanlışı, hiçbir adaletsizliği sorgulayacak takati kalmamış; bütün enerjisini kendinden olmayanı refüze etmeye harcamış, zihnen bitik bir durumda. Her şeye “siyah” veya “beyaz” olarak bakıyor, arada renkler, tonlar olabileceğini düşünemiyor. Öylesine bir zihni bombardımandan geçmiş yani.

Halbuki, bu manasız gerginlik ve yüksek tansiyon, sürekli çatışma ve tarafgirlik, insanları yoruyor. Toplumda, birbirine karşı hürmet de, sevgi de, anlayış da azalıyor. Bir tarafta “kahramanlar”, diğer tarafta ise “düşmanlar” şeklinde bir ayrım var artık. Kendi komşusundan, akrabasından, hatta çocuğundan şüphe edecek, onlara düşmanlık besleyecek bir akılsızlığa meyleden bir sürü insan var artık. Siyasetin ilkel tavır ve söylemi, safları sıklaştırıp iki tane oy daha fazla alayım gayreti, memlekette huzur ve sükun bırakmadığı gibi paranoyak bireyler üretiyor.

“Bir adam, karşıt cenahtansa zinhar doğru hiçbir şeyi olamaz” gibi bir anlayış kök salabiliyorsa, bundan büyük bir musibet aramaya da gerek yok demektir. Her daim orta yolu emreden bir dine mensup olup, makulü öldürmenin izahı da olmuyor haliyle.