Algı yönetimleriyle ailenin toplumdaki rolü zayıflatıldı. Evlilik, annelik gibi kutsal kavramlar yapılan manipülasyonlarla değersiz olduğu söylendi. “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” birçok topluma dikte edildi. Afyon Kocatepe Üniversitesin’de Psikolojik Danışma ve Rehberlik ana bilim dalında öğretim görevlisi olan Dr. Mücahit Gültekin ile “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”nden İstanbul Sözleşmesi’ne kadar kapsamlı bir röportaj gerçekleştirdik.
“AİLE, TOPLUMUN ATAN KALBİDİR”
Toplumlara yönelik yürütülen psikolojik savaşlara karşı aileyi nasıl tanımlarsınız?
Aile toplumun temel birimi, insanları birbirine bağlayan en merkezi kurum, toplumun yapı taşı. Belki klasik olacak ama toplumun atan kalbi. O yüzden aile çözüldüğünde, aile problem yaşadığında toplumun tamamı problem yaşıyor. Şöyle tanımlayabiliriz; aile bizim hem dünyamız hem ahiretimizdir hem bugünümüz hem yarınımızdır, aile bizim cennetimizdir.
“AİLEYİ TEHDİT OLARAK GÖRÜYORLAR”
Aile ve kadına yönelik dizaynları nasıl değerlendiriyorsunuz? Algı manipülatörleri kadın ve aileyi nasıl manipüle ediyor?
Aileyi tehdit ve tehlike olarak görüyorlar. Bunun birçok sebebi var ama bana göre en temel sebebi şu; ulusal ve küresel patronlar çocuğa doğrudan ulaşmak, anne babayı aradan çıkartmak istiyorlar. Çünkü kendileriyle çocuk arasında anne baba olursa çocuğu istedikleri gibi şekillendiremiyorlar. Çok uzun zamandan bu yana hem Türkiye’de hem de dünyanın pek çok yerinde modernizasyon projesi uyguluyorlar, çıktılara bakıyorlar sonuçlar çok istedikleri gibi değil. Bundan 300 yıl önce seküler bir dünya kurmak için yola çıktılar ve şunu iddia ettiler: “Bilim çağı geldikten sonra, insanlar cehaletten kurtulduktan sonra tanrıya, ahirete, dine ihtiyaçları kalmayacak.” Çok büyük mücadeleler vermelerine rağmen insanlar hala Allah’a inanmaya devam ediyor, şöyle ya da böyle bir dine inanmaya devam ediyorlar, doğru ya da yanlış, eksik ya da fazla insanların ahiret inancı devam ediyor.
“AİLE, DEVLETİN SAHİP OLDUĞU İŞLEVE SAHİP”
Tüm bunlara rağmen iyi ayakta kaldık diyebiliriz. Peki, bu nasıl oldu?
Okullarda seküler bir eğitim verdiler, medya, sokaklar, kamu öyle. Çünkü araya anne babalar giriyor. Bakın bunun en çarpıcı örneklerinden birisi bizizdir. Türkiye’de çok güçlü bir modernizasyon projesi uygulandı ama biz hala varız. Çünkü okullardan geldiğimizde anne babalarımız bize orda öğretilenlerin bir hikâye olduğunu ve gerçeğini anlattılar. Bizim zihinsel yapımızı şekillendirdiler. Anne baba çocuğun kişiliğini şekillendiren en önemli varlıklar ve bu da ailede gerçekleşiyor. Aile, devletin sahip olduğu bir işleve sahip. Devlet insanı biçimlendirir. Bunu ne ile yapar? Medyayla, okulla, daha başka aygıtlarını kullanarak yapar. Aynı şeyi aile de yapar. Çocuğun kişiliğini, zihinsel, psikolojik, davranışsal dünyasını ailede şekillendirir. Burada ulusal ve küresel patronlar kendilerine ortak istemiyorlar. Anne babayı çocuğun şekillendirilmesinde kendilerine ortak olarak görüyorlar ve devre dışı bırakmak istiyorlar. Yapmaya çalıştıkları şey şu; anne baba çocukla ne kadar az iletişim kurarsa anne baba o kadar iyi. İleride anne babayı tamamen devre dışı bırakacak bir üreme teknolojisinin hazırlığını yapıyorlar.
“KADINLARI ERKEKLEŞTİRİYOR, ERKEKLERİ KADINLAŞTIRIYOR”
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği kavramını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bugün hem kadını hem erkeği yeniden inşa etmek gibi bir amaçları var. Neil Postman’ın ‘Çocukluğun Yok Oluşu’ kitabında çok çarpıcı bir benzetmesi vardır. “Günümüzde çocuklar yetişkinleştirilirken, yetişkinler de çocuksulaştırılıyor” der. Buradan yola çıkarak ben de şunu söylüyorum, “Algı yönetmenleri ve manipülatörler bugün kadınları erkekleştirirken, erkekleri de kadınlaştırıyor.” Böyle bir sürecin içindeyiz ve bunu da Toplumsal Cinsiyet Eşitliği denilen bir kavram üzerinden yapıyor. Orada eşitlik denen kulaklara çok hoş gelen bir kavram var. Fakat toplumsal cinsiyet kavramı cinsiyet rollerini toplum tarafından yani dışarıdan inşa edilebileceğini ve tamamen değiştirilebileceğini öngören bir kavram. Ve bu sadece cinsiyetle sınırlı değil cinselliğinde tamamen inşa edilebileceğini, yeniden yapılandırılabileceğini öngören bir kavram.
“AHİRETİNE ÖNEM VEREN HERKESİ CİNSİYET EŞİTLİĞİNE KARŞI DURMAYA ÇAĞIRIYORUZ”
İnsanların sağduyulu davranacağı, hoşuna gideceği kavramlar kullanıyorlar ama arka planda neler var?
Kadın hakları, kadını güçlendirelim, kadına yapılan ayrımcılığı bitirelim gibi sağduyumuza hitap eden kavramlarla gündeme gelmesine rağmen ajandada başka gündem maddeleri var. O ise hem kadını hem erkeği hem cinsiyet hem de cinsellik anlamında yeniden inşa etmeyi öngörüyor. Burada doğal cinsiyetin dışarıdan müdahalelerle değiştirileceği, daha trans bedenlerin var edileceği, ikili cinsiyet rejiminin çökeltileceği bir öngörü ile hareket ediyorlar. Bunu da çok açık bir şekilde biz böyle istiyoruz demeyecekler. Biz bunu eşitlik için yapıyoruz diyecekler. Ama şunu hiçbir zaman unutmamalıyız ki Irak’a Amerika’nın demokrasi getirmesi gibi getirilecek bir eşitliktir bu. Amerika Irak’a ne kadar demokrasi getirdiyse, demokrasi getireceğim diye ne yaptıysa burada da eşitlik getireceğim diyenler o kadar eşitlik getirecekler. Bunun sonunda da ne kadının kaldığı ne erkeğin kaldığı bir tablo ortaya çıkartacaklar. O yüzden biz bütün toplumu, sadece şu kesim bu kesim değil çocuklarına, ailesine, geleceğine, dünyasına ya da ahiretine önem veren herkesi Toplumsal Cinsiyet Eşitliği projesine karşı durmaya çağırıyoruz. Burada çok ciddi bir algı yönetimi ve manipülasyon süreci vardır diyoruz, bunları da çeşitli yazdığımız araştırma raporlarında, kitaplarda daha detaylı bir şekilde açıklıyoruz.
“İNSANI KONTROL ETMEK İSTİYORLAR”
Peki, tüm bunları neden yapıyorlar? Bunca sistem, algı yönetimi ve manipülasyondaki amaçlar nedir?
İşin merkezinde kontrol dediğimiz bir kavram var. Batı, tanrıdan ve ilahi olandan bağını koparttıktan sonra evreni ben kontrol edeceğim, istediğim gibi bir dünya kuracağım diyor. Bunun içerisinde insan da var. Fransız Devrimi’nden sonra meclis delegesi olan, sadizmin babası Marquis De Sade aynen bu söylediğim şeyi diyor; “Çocuklar asla anne babalarına bırakılmamaları gerekir. Hele hele babalarıyla hiç tanıştırılmamaları gerekir. Çünkü çocuğu yetiştirmek devletin işidir, kamunun işidir.” Bunun içinse aile denen kurumun bitirilmesi gerekir diyorlar. Ancak aile insanlık tarihiyle başlamış bir kurum olduğu, çok güçlü temellere dayandığı için bunu bitirmek o kadar kolay değil. Çocuklar anne babalarının elinden ne kadar erken alınıp kamusallaştırılırsa anne babanın ailenin çocuk üzerinde etkisi o kadar az olacaktır. Şu an da böyle bir düzeydeler. Bilimsel gelişmelere özellikle de üreme teknolojilerine baktığımızda, sperm bankaları ve yumurta bankaları var. Yapay rahim çalışmaları devam ediyor, şimdilik taşıyıcı annelik var. Bu şu demek artık anne babadan yani bedenden arındırılmış bir üreme, mümkün olacak. Şuradan sperm alacaklar, buradan bir yumurta alacaklar, şuradaki tüpte dölleyecekler, şuradaki yapay rahimde de bu çocuğu büyütüp dünyaya getirecekler. Bakın ortada hiç beden var mı? Yok. Biz buna üreme demeyeceğiz, üretim diyeceğiz. Çocuk imal edecekler. Bugün tasarım bebekler mevcut. Daha zigot aşamasında çocuklara genetik anlamda müdahale edilebileceğini biliyoruz. Dolayısıyla tasarlanmış bebeklerin dünyaya getirilmesi söz konusu.
“ÇOCUKLARIMIZLA ARAMIZDAN ÇEKİLİN”
Aileyi bitirmeyi hedeflerken çocuğu niçin merkeze alan bir proje yürütülüyor? Bu da işin bir parçası mı?
Diyorlar ki çocuklarınızın kararlarına önem verin, çocuklarınızın özsaygısını, özgüvenini önemseyin. Böyle yaparsanız çocuklar daha çok girişimci olurlar, ayakları üzerinde daha çok dururlar. Aslında çocuklarınızı şekillendirmeyin demiş oluyorlar anne babalara. Bir bakıma çocuklarınızla bizim aramızdan çekilin demiş oluyorlar. Karar alırken çocuklarınıza da danışın diyorlar. İyi de çocuklar medyanın, ulusal ve küresel ikonların, pop yıldızlarının, reklamların, çizgi filmlerin etkisinde kalarak karar veriyorlar. Biz birtakım kararları çocuklara bıraktığımızda acaba o kararlar çocuklarımızın kararları mı oluyor? Yoksa ulusal ve küresel patronların kararları mı oluyor? Medya aracılığıyla çocukların zihni şekillendirilmiş oluyor. Burada çocuklarınızı merkeze alın diyen perspektif aslında biz onları şekillendiriyoruz siz olayı bozmayın diyorlar. Ben bu bakış açısının çok doğru olmadığını düşünüyorum. Elbette ki çocukların adına her şeyi biz yapalım, bütün kararları biz alalım da demek istemiyorum. Ama çocuklar bir karar verirken faydalı mı zararlı mı diye karar vermezler. Canım istiyor mu istemiyor mu, hoşuma gidiyor mu gitmiyor mu, arkadaşlarımda var mı yok mu diye karar verirler. Biz ise onların kararlarını yönlendirmeliyiz. Yani kendilerine ve çevrelerine faydalı olacak şekilde karar almalarını sağlamalıyız. Kararlarını ve tercihlerini faydalı bir şekilde veriyorlarsa onları desteklemeliyiz. Her şeyi biz yapmayalım. Onlara elbette ki karar vermesini, muhakeme etmeyi, muhasebe etmesini öğretelim. Ama biz çok tehlikeli, tuzaklarla dolu bir dünyada yaşıyoruz. Onlar çok tecrübesiz ve acemi. Birtakım tuzaklara düşmek durumunda olduklarında ailelerin uyarıcı, engelleyici ve yönlendirici olmaları gerekir diye düşünüyorum.
“HÜKÜMETİN, TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ PROJESİ’Nİ TERK ETMESİ GEREKİYOR”
Son zamanlarda Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi (ETCEP) ismiyle çokça gündeme gelen Toplumsal Cinsiyet Eşitliği hakkında
neler söylersiniz?
Bir kâğıt üzerindeki hedef var, bir de ajandanın bize gösterilmeyen tarafında yazılanlar var. Bize söylenen şu, “Kadınlar bugün ayrımcılığa uğruyor, erkeklere nazaran daha çok eziliyor. Bunun da sebebi kızların aleyhine erkeklerin lehine ayrımcılık yapılması. Bu ayrımcılığa bizim kültürümüz, geleneğimiz, göreneğimiz sebep oluyor. O zaman biz bu ayrımcılığa neden olan gelenek görenek ve değerlerle ilişkili yetiştirme biçimlerini tasfiye etmemiz, bunun yerine eşitlikçi bir yetiştirme modeli getirmemiz gerekir” diyorlar. Gerçek amaç bu mu? Hayır, gerçek amaç bu değil. Nereden biliyoruz? 2012 yılında Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi’nin en iyi uygulandığı 4 ülkeyi 50 yıllık bir periyotta, 5 kriterde araştırdık. İzlanda, Finlandiya, Norveç ve İsveç. Aile yapısı, boşanma oranları, kadına şiddet, kadın intihar oranları, tecavüz cinsel istismar, alkol madde bağımlılığı gibi kriterleri baz alarak yaptık. Sonuç tam bir trajedi. Bu saydığım sorunların hepsi bu 4 ülkenin 4’ünde de çok dramatik düzeylerde yaşanıyor. Örneğin İzlanda’da doğan çocukların yüzde 65’i evlilik dışı doğuyor. Norveç’in başkenti Oslo’da 2 evden 1’inde yalnız insanlar yaşıyor. İsveç’te her iki kadından biri şiddet görüyor. Evlilik ve aile zaten 50 yıl içerisinde bitme noktasına gelmiş. İntihar, tecavüz, şiddet oranlarının Türkiye’den daha yüksek olduğunu görüyoruz. Cinsiyet Eşitliği Projesi eğer bu sorunu çözüyor olsaydı bu ülkelerde çözüyor olması lazımdı. O zaman biz soruyoruz niçin biz bu projeyi uyguluyoruz? Eğer onlar gibi olacaksak doğru yoldayız devam edelim. Ama hayır, biz aile medeniyetine sahip çıkan, aile temelli, aile toplumun kalbidir diyen bir ülkeysek hükümetin Cinsiyet Eşitliği Projesi’ni projesini hemen şimdi terk etmesi gerekir.
“İSTANBUL SÖZLEŞMESİ, BİZİM KANUNLARIMIZDAN DAHA DOKUNULMAZ”
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği denince İstanbul Sözleşmesi de akıllara geliyor.
Bu sözleşmenin amaçları nedir?
2011 yılında imzalanan İstanbul Sözleşmesi uluslararası bir sözleşme. Uluslararası sözleşmeler anayasanın 90. maddesine göre iç kanundan daha yukarıdadır ve usulüne uygun yürürlüğe girdikten sonra bu sözleşmelerdeki herhangi maddeyle ilgili Anayasa’ya aykırılığı gerekçesiyle iptal ya da itiraz davası açamazsınız. Öncelikle bunu bilmemiz gerekiyor. Yani İstanbul Sözleşmesi dediğimiz şey bugün bizim Meclis’ten çıkardığımız kanundan daha yukarıda ve neredeyse Anayasa’nın bile dokunamadığı bir şey. Hukuk hiyerarşisinin en üstündeki metninden bahsediyoruz. İkincisi İstanbul Sözleşmesi’yle imzaladığımız şey şudur, “Biz kadınlık ve erkeklik algımızı Batı’nın istediği gibi değiştireceğiz” diyoruz. Bunu demekle de kalmıyoruz 4. Maddenin 3.bendinde “cinsel yönelim” diye bir kavram geçer. Bu kavram bir kişinin ya da bir grubun hem heteroseksüel hem de homoseksüel ilişkisinin ikisini birden içeren bir kavramdır. Biz İstanbul Sözleşmesi’yle cinsel yönelimi legal güvence altına alıyoruz. Biz çocuklarımızı kendi kültürüm, geleneklerimle yetiştirmeyeceğim Batı’nın istediği kavramlarla yetiştireceğim diyoruz. Bunu demekle de kalmıyoruz farklı cinsel yönelimleri de koruma altına alıyoruz diye söz veriyoruz. İstanbul Sözleşmesi kadına şiddeti ev içi şiddeti önleme ismiyle ben ona bahane diyorum yazılmış bir sözleşme olmasına rağmen farklı cinsel kimlikleri legalleştiren kızlarımızın ve erkeklerimizin Batılı seküler perspektifle eğitilmesi ve yetiştirilmesi için imzalanmış bir sözleşme. İçeriğini okuduğunuzda görebilirsiniz.
“ANNELİK, NEGATİF BİR KAVRAM OLARAK KODLANIYOR”
Hem Toplumsal Cinsiyet Eşitliği hem de İstanbul Sözleşmesi anneliği basite indirgiyor.
Bunun için neler söylersiniz?
Annelik, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği politikaları tarafından negatif bir kavram olarak kodlanıyor. Çünkü annelik kadını piyasadan koparan, kadının güçlenmesini engelleyen, onu eve bağlayan bir unsur olarak görülüyor. Bu algının giderek toplumda da yaygınlaştığını düşünüyorum. Halbuki bizim medeniyetimiz insan yetiştirmeye çok büyük değer verir. Anne duygusal, zihinsel, davranışsal dünyasını belirleyen kişidir. Bu çok büyük bir iş diye düşünüyorum. Bunun bugün tahrif edildiğinin önemsenmediğini görüyoruz. Annelik algısı bir taraftan negatifleştirilirken evliliğe dair algı da negatifleştiriliyor. Bugün istatistiklere bakıldığında evlilik yaşının yükseldiğini görürken, evlilik oranları da azalıyor. Anneliğin bir yük olarak görülmeye başlanması aslına bakarsanız bağın kopması anlamına geliyor. Çocuk, annesinin ilgisine, sevgisine, merhametine muhtaç. Aslına bakarsanız anne de bunu göstermek istiyor. Biyolojik anlamda yapılan araştırmalar da kadının biyolojisinin de kadının hamilelik sonrasında çocuğuyla ilgilenmek için dönüştüğünü gösteriyor. Ama kadın sürekli çocuğundan koparılan, anneliği daha geri plana atan bir hayata motive edildiği için çocuğuyla ilişkisi zayıflıyor ve çocuğun psikolojik dünyasında bunun yarattığı travmayı ve problemleri çok gündeme getirmiyoruz, aslında konuşulması gereken şeyler bunlardır. Okullarda şiddet artıyor, gençlerde şöyle problemler var diyoruz tamam da bu çocukların annesiyle, ailesiyle ilişkisi nasıl? Sağlıklı ilişki kurulmuş mu buna bakmalıyız.
“İSLAM DİNİNİN TEMEL PERSPEKTİFİ ÖNLEYİCİDİR”
Son olarak yaşanan sorunlar karşısında
neler yapmamız gerekiyor?
İslam dininin temel perspektifi önleyicidir. Sorun olmadan önce o sorunu engellemeye çalışır. Sınırlara yaklaşmayın der. Çünkü sınırları aşınca birçok sorun ortaya çıkar. Ne diyor “İçki bütün kötülüklerin anasıdır”, içme diyor içersen problem çıkacak. Eğer bu konuda samimiysek bu sorunlara götüren o fiillerin oluştuğu çevresel iklimi ve davranışları besleyen bağlantıları iyi tespit etmeliyiz ve iyi düzenlemelerde bulunmalıyız diye düşünüyorum.
İkincisi çocuklarımızla bağlarımızı güçlendirmeliyiz. Onlarla geçirdiğimiz vakti artırmamız gerekiyor. Çocukların ve gençlerin dilini konuşabilmeliyiz. Yöntemlerimiz, ilkelerimiz, temel metotlarımız sabit kalmak şartı ile güncelleyebilmeliyiz. Çocuklarımızla ilişkimizi güçlendirmek adına söylüyorum bunu. Aslında bu konuda konuşulacak çok şey var. Ben 6 katmanlı 2 boyutlu bir tedbirler listesi sunuyorum. Bireysel düzey, aile düzeyi, STK düzeyi, devlet düzeyi, İslam dünyası ve evrensel düzey olmak üzere 6 katmanlı, evet ve hayırı olan 2 boyutlu yani iyiliğe evet kötülüğe hayır diyecek çalışmaların içerisinde olmamız lazım. Burada özellikle birey, aile ve sivil toplum kurumlarının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü alttan yukarıya doğru bu çalışmaların yapılması gerekir.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.