Her zaman gündemde olsa da son dönemde daha da ön plana çıkan iki ana kavram olan ehliyet ve liyakat kavramları ve bunların arasındaki denge bir örgüt, kurum, kuruluş veya teşkilat için en kritik kavramların da başında gelmektedir. Belki bu denkleme sadakat de eklenebilir. Ancak sadakat ve liyakat arasındaki gerginliği ayrı bir yazı ile ele almak daha doğru olacaktır.
En basit yapıdan en komplike yapıya kadar her seviyedeki organizasyon için gündemin ana maddesi olan ehliyet ve liyakat, her sorun veya krizde tekrar gündeme gelmektedir. Ancak bunun nedeni kavramların net bir şekilde anlaşılmaması veya kasıtlı olarak manipüle edilmesidir. Kavram olarak nedir? Ne değildir? Onu ortaya koymak önemlidir.
Ehliyet sözlüklerimizde “yetki, elverişlilik, gerekliliği sağlamak, yeterlilik'' gibi manalar taşır. Bir iş için uygun olma, kifayet sahibi, ehil, yeterli ve şartlara sahip olma manalarına gelmektedir. Bu da hukuki hükümlere muhataplık getirir. Yani belli şartları yerine getirerek elde edebilirsin, bu da sana belli sorumluluklar yükler.
Liyakat ise “bir kimsenin, kendisine iş verilmeye uygunluk, yaraşırlık durumu, değim” olarak tanımlanmaktadır. Bunun yanında liyakat, verilen görevi başarı ile yapabilme yetisi olarak tanımlanabilir.
Esasında liyakat ve ehliyet kavramları birbirine yakın olduğu görülmektedir. Aralarındaki farkı ise şu şekilde izah etmek mümkündür. Ehliyet, bir işi ifa edebilmek için gerekli eğitim, deneyim ve donanıma sahip olmak manasına gelirken, liyakat ise iş teslim edilen kimsenin sahip olması gereken ahlaki ve etik değerlere vurgu yapar. Dolayısıyla bir iş veya görev verilen kişi de ikisinin de aynı anda olması en ideal durumdur. Yani hem bilgi, eğitim ve tecrübe olacak hem de hem de o işi yaparken gereken her kurala uyabilecek yetkinliğe ve ahlaki donanıma sahip olmak gerekir. Bu minvalde birine sahip olanın diğerine sahip olmaması durumu oluşabilir. Bir örnek ile anlatmak gerekirse; bir helali haramı çok iyi bilen temiz kalpli, dürüst sınıf öğretmenini uçak fabrikasının başına geçirirsek o fabrika batar. Zira belki liyakat var ancak ehliyet yok. Ya da çok iyi bir fizikçi bilgisini hayır için kullanmayacak kadar ahlaki ve insani değerlerden uzak ise yani liyakatsiz ise işte o kişi de Oppenheimer olur. Atom bombası yapar ve yüzbinlerce kişinin ölümüne neden olur. Çünkü ehliyet var liyakat yok.
Bakınız, bugün bu iki kavramın birbirini beslemesinin ne kadar kıymetli olduğu daha iyi anlaşılıyor. Ağustos’un ilk günlerinden itibaren gündeme gelen sahte diploma meselesi de bu konu ile alakalıdır. Zira ehliyet kavramını sadece belli evrak veya diplomaya indirgendiği bir ortamda o belge ile varsınız veya yoksunuz gibi bir algı veya düzlem oluşturulmaya çalışılıyor. Esas olanın diploma olmadığını o diplomayı alma sürecinde elde edilen bilgi olduğu gerçeğinden kopulması bugün Türkiye’de lisans ve üstü düzeydeki eğitimin en ciddi sorununun başında gelmektedir. Örneğin mesele okulda verilen Almanca dersinde Almanca öğrenmek değil o Almanca dersini geçmek için gerekli şartları sağlamaya indirgenince, bu sefer birileri de kopya ile geçeyim ve hatta diplomanın veya transkriptin sahtesini yaparak geçilmişini sağlayalım da diyebiliyor. Araba ehliyetleri için eskiden denirdi ya: “Arabayı ehliyet değil şoför kullanır.” Bu cümle neden kullanılıyordu. Zira eskiden ehliyeti almak için para yatırırdınız hiçbir süreçten geçmeden prosedürleri birileri halleder sürücü belgenin elinize gelirdi. Şimdi araba sürmesini bilmeyen ehliyet alamıyor. Şunu da üzülerek ifade etmek gerekir. Ehliyet sınavı zorlaştırılınca herkes rahatsız olmuştu. Zira belgenin ehliyet sağladığı bir bakış açısı kavramın içini boşaltılmasına neden oldu. Şu şekilde ifade edelim bırakın iki kavramın gerçek manaları arasında denge sağlanmasını, kavramların içleri boşaltılarak kuşa döndürülmüş ve aslı bu denerek insanlara yutturulmaya çalışılmaktadır.
Liyakat bağlamında bakıldığında ise kavramın ana omurgasını oluşturan yaraşırlık ve ahlaki gereklilik sadakat ile karıştırılmaya (ki sadakati de sorgusuz sualsiz teslim olma, itaat etme olarak anlaşılmak ve çok büyük bir yanılsamaya düşülmektedir) başlanmıştır. Yani sorgulamayan, temel değerlerle yoğurmadan kabul eden bir tavır sadakat olarak anlaşılmayı bırakın liyakat sanılmakta ve tüm organizasyonlarımızı az veya çok esir almaktadır.
Erbakan Hoca’mız imam hatiplerin öneminden bahsederken esasında işin layığı olan gençlerin, işin ehli olmasını, ya da tam tersi işin ehli olan gençlerin aynı zaman da işe layık kişiler olmasına vurgu yapardı. Gencimiz hem çok iyi bir fizikçi olacak hem de o bilgisini hakkın hâkim olması için kullanacak. Bu bağlamdan bakılınca hem ehliyet hem de liyakat sahibi olmak için gayret göstermek her işimizde bizim boynumuzun borcudur. Ancak tekrar ifade edelim bugünkü içi boşaltılmış manaları ile değil…
05.08.2025
Abdullah Aydın