İnsanın ne diyeceğini, ne konuşacağını, neye üzüleceğini şaşırdığı zamanlardan geçiyoruz. Dünya Sağlık Örgütü, Gazze’de her on dakikada bir çocuğun katledildiğini söyleyerek; “Bu anlamda insanlığın en karanlık anına yakın olduğumuzu düşünüyorum. Kalıcı ateşkese ihtiyacımız var.”
Evet, en doğru tanımlardan “insanlığın en karanlık anına yakın” olmak. Katil ile her türlü siyasi, ticari, askeri ilişkileri devam ederken “ Filistin davasına” zarar vermediğini iddia eden açıklamalar yapmak “insanlığın en karanlık noktası!” Kitleleri hamasetle doyururken katillere petrol sağlamaya devam etmek “insanlığın en karanlık noktası!” Hiçbir suçu yokken öldürülen çocukların üzerinden bir de oy devşirmek için mitingler yapıp, kahve dükkânlarına baskınlar düzenletirken iki aydır ülkemizden yaklaşık üç yüz gemiyi işgalciye göndermek “insanlığın en karanlık noktası!” Dünyanın vicdan sahibi insanları hakikat arayışına düşerken ülkemizde durum iktidarlarına zarar veriyor diye hakikati dile getiren Saadet Partilileri, troll’leri üzerinden hedef haline getirmek “insanlığın en karanlık noktası!” Dilediklerini yapmaya devam etsinler, zerre faydalı ve zararlı olanın karşılıksız kalmayacağı o günde hesaplarını biraz daha günahlarla, kötülüklerle, çirkinliklerle, yanlışlarla, zararlı olanlarla ve zulüm ile doldurmaya devam etsinler.
Ekranlardan olayları birer istatistik olarak izlemek bile vicdan sahibi insanların hayatlarını, bizim hayatlarımızı altüst ederken Filistin’de yaşananlar kesinlikle istatistiklerle ifade edilemeyecek konu. Daha önceden Srebrenitsa’da, Ruanda’da, Çeçenistan’da, Irak’ta, Hiroşima ve Nagasaki’de; kısaca kapitalizmin yıktığı yerlerde olduğu gibi. “On dakikada bir çocuk öldü” demek ne kadar sığ bir ifade. Batı dünyasında kendini deniz, okyanus kıyısına vuran yunusların bile daha fazla hikâyeleştirildiği bir dünyada “on dakikada bir çocuk” demek ne kadar unutulacak bir ifade.
Gazze’de her katledilen çocuğun bir adı vardı, her annenin çocuğuna dair beslediği umutları vardı; babalarının göz bebekleriydiler, gözünden bile sakındıkları. Bu kadar buluşmaları ahirete kalmış insan varken, bu kadar hikâyesi yarım kalan insan varken işgalci ile ilişkilerin Filistinlilere zarar vermediğini iddia etmek kime hizmet eder? Katledilen çocukları geri getirir mi mesela? Bombalama sonucu yıkılan yuvaları yeniden inşa eder mi mesela? Beyaz gelinliğini giymeden beyaz kefen bile bulamayan genç kızların umutlarını geri getirir mi mesela? Bir kahve markasının İsrail’e destek verirken zalim ilan edilirken, uluslararası ilişkilere devam edenlerin bir kahve markasının ortak olduğu zulümden azad edilebilinir mi, mesela? Boykot sadece sıradan vatandaşları mı bağlar? Devletler bundan azad mı edilir ki, iklim safsatası için bir araya gelen liderlerden biri çıkıp Herzog’un yüzüne tüküremedi? Allah katında konjonktür bahanesinin geçerli olacağını mı düşünüyor Müslüman liderler?
Sözlerimiz, sorularımız yaşadıklarımızı, düşündüklerimizi, hissettiklerimizi anlatmaya yetmiyor. Bizde bizden önce dünyadan geçip tarihe not düşmüş sahih kişilerin düştükleri notlardan biri ile yazımızı sonlandıralım. Ferîdüddin Attâr diyor ki; "Kimde, Allah korkusundan yoksa iz,/ Korkutur her şeyle, Allah şüphesiz!”