Fransa’da akaryakıt zamlarını protesto ile başlayan “Sarı Yelekliler” eylemleri, Macron’un geri adım atmasına rağmen boyut değiştirdi. Meydanlara çıkanlar hedeflerine ulaştılar ama bu sefer de genel anlamda ekonomik koşulları protesto etmek maksadıyla sokakları terk etmediler. Fransa İçişleri Bakanı Castaner ‘barışçıl göstericilerin kaygılarını dikkate aldıklarını ve akaryakıt vergisi zammını iptal ettiklerini’ söyledi ve devamında “radikal örgütlerin Cumhuriyet’i devirmeye çalıştıkları” iddiasında bulundu. Demek ki Fransız hükümetine göre iş sıradan protestolar olmanın ötesinde hayati bir tehdit olarak algılanıyor. Oysa Macron önemli bir rüzgârı arkasına alarak işbaşına gelmişti ve özellikle küresel güçlerin desteği de onunla birlikteydi. Hatta Rothschild ailesi prensi Macron’un yanındaydı ve seçim kampanyası boyunca her türlü desteği vermişti.
Bununla birlikte Fransa’da uzun zamandan beri ekonomik sıkıntıların olduğu biliniyordu. Hayatın her alanını kapsayan aşırı yüksek vergiler, asgari ücretlilerin geçim sıkıntılarının dayanılmaz boyutlara ulaşması alttan alta rahatsızlıklar olduğunun işaretlerini veriyordu. Akaryakıt zamları sadece bardağı taşıran son damla oldu. Bu zamlar da diğerleri gibi devletin içinde bulunduğu darboğazın aşılması adına bir tedbir alma girişimiydi.
İyi de böylesine güçlü bir destek yanında olmasına rağmen Macron neden hedef seçildi?
İşte herkesin cevabını merak ettiği soru bu.
CIA-Pentagon arasında Trump’la birlikte daha da açığa çıkan güç çatışmasında, Rothschild’ın durduğu yerden dolayı mı Fransa’nın başına bunlar geldi? Ya da AB’nin Almanya ile birlikte bel kemiğini oluşturan Fransa üzerinden Amerika ve Avrupa arasında bir bilek güreşi denemesi mi var? Trump’ın protestoculara sahip çıkması bu şekilde yorumlanabilir mi? Bence bunların hepsi mümkün ancak sadece sürecin sonuçları olarak açıklanabilirler.
Doğru cevabı bulmak için daha da derinlere inmek zorundayız.
Bugün Fransa’da Le Pen taraftarları sağcılar da sokaklarda, sosyalistler de. Lise öğrencileri de sokaklarda, emekliler de. Bana sorarsanız aslında sorun sistemsel. Problemin merkezinde ise vahşi kapitalizm var. Sorun kapitalizmin doymak bilmeyen açgözlülüğünden kaynaklanıyor.
Dünyanın her tarafında bütün halklar bu tehditle boğuşuyor.
Aynı ülkemizde olduğu gibi dünyanın her yerinde orta gelir düzeyine sahip insanlar bu adaletsiz ekonomik düzenin ağır bir kıskacı altına girmiş durumda. Avrupa ekonomisindeki darboğazdan dolayı göçmen karşıtlığı ve ırkçılık eşzamanlı olarak artıyor. Kapitalizm toplumlarda asıl denge unsuru olan aradaki gri tonları ortadan kaldırıyor. Zengin daha zengin, fakir daha fakir oluyor. Erbakan Hoca’nın meşhur bir sözü vardı. “Sömürüldükten sonra Türk olsan ne olur, Kürt olsan ne olur” diye veciz bir ifadede bulunmuştu.
Kapitalizm öylesine zalim bir şekilde insanları çarkları arasında öğütüyor ki, hayatları öylesine kendisine köle hale getiriyor ki, insanın Erbakan Hoca’nın sözüne atfen, “Fransız, Alman, Belçikalı, İngiliz, Arap veya Amerikalı olmanızın bir farkı yok. Ey insanlık, hepiniz vahşi kapitalizmin hedefindesiniz” diye haykırası geliyor.
Bugün Avrupa’da ortaya çıkan manzara rüzgâr ekenlerin fırtına biçmesinden başka bir şey değildir, bu kesinlikle doğru. Avrupalılar bizim coğrafyamızdaki gelişmelerin asıl sorumlularıdırlar, ettiklerini buluyorlar diye tespitleri yapmak da mümkün. Ancak bu tespitlerin doğruluğu yarın aynı oyunların bizim üzerimizde oynanmayacağı anlamına gelmez.
Yapılması gereken şey, atılması gereken adım dini, dili, ırkı, mezhebi ne olursa olsun bütün insanlığı, kapitalizmi din haline getirmiş ırkçı emperyalistlerin elinden kurtarmak için hayatın her alanında mücadele vermektir.
Unutmayın, sararan sadece Fransızların hayatları değil. Dünyayı babalarının çiftliği, kendilerini de insanlığın efendisi olarak görenlerin yüzünden dünya kara bir kışa doğru koşar adım gidiyor.