Buzulların erimesiyle birlikte, gelinen durum doğrudan siyasi, ekonomik karar alma süreçlerini de şekillendiren bir başlığa evrildi. Artan erime, deniz seviyesinin yükselmesi ve permafrostun çözülmesi gibi fiziksel etkiler yoluyla Kuzey Buz Denizi yeni bir ekonomik kullanım alanına dönüşmeye başladı. Aynı zamanda Arktik üzerinden yeni deniz yollarının ortaya çıkması; doğal kaynaklara erişimin açılmasını ve yeni ticaret ve yatırım fırsatlarının da daha net görülmesini sağladı.
Peki, devletler bu süreci nasıl okuyor?
Bu dönüşüm, devletlerin ve yatırımcıların risk yönetimi yaklaşımlarını yeniden düzenlemesi anlamına geliyor. İklim kaynaklı hasarların küresel ticaret akışlarını nasıl etkileyeceği artık makroekonomik planlamalarının merkezinde yer alıyor. Kısa vadeli kazanç beklentileri ile uzun vadeli uyum ve maliyet azaltma önlemleri arasında yapılacak tercihler, hem bölgesel kalkınma yollarını hem de küresel finansal istikrarını hedefleyen stratejileri belirleyecek. Bu nedenle buzulların erimesi, çevresel bir sorun olmanın ötesinde, dünya dengelerini etkileme potansiyeli olan son derece önemli bir mesele halini aldı.
Buzulların erimesiyle birlikte kutupların yavaş yavaş ulaşılabilir bir hal alması gerek askeri, gerek enerji, gerekse ekonomik boyutlarıyla yeni bir dönemin habercisi konumunda.
Kuzey Kutup Dairesi üzerindeki bu geniş coğrafyada Kanada, Rusya, ABD, Norveç, Danimarka, İsveç, Finlandiya ve İzlanda bir yandan ortak iş birliği mekanizmalarını işletirken diğer yandan bölgesel nüfuz ve daha fazla söz hakkı elde etme mücadelesi yürütüyor. Diğer yandan yeni kara sınırları, kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölgeler, deniz hukuku gibi zorlu bir mücadelenin içindeki devletler “yeni komşularıyla” da ikili ilişkilerini güçlendirmeye çalışıyor. Öte yandan Çin ise bölge dışı bir aktör olarak bu rekabete daha fazla müdahil olma ve açılacak bu yeni alan üzerinden kendi küresel çıkarlarını koruma mücadelesi veriyor.
Şimdi bu sürecin dünya ticaretini nasıl etkileyeceğine bakalım.
Buzulların erimesiyle açığa çıkan Kuzey Deniz Rotası (KNR) ve Kuzeybatı Geçidi (KBG) gibi yeni koridorlar, Asya–Avrupa arası deniz taşımacılığında bir devrim potansiyelini içinde barındırıyor. Rusya’nın kıyıları boyunca uzanan KNR, Temmuz–Kasım aylarında buz kırıcı destekli seferlere izin veriyor. Kuzey Deniz Rotası üzerinden yapılan taşımacılık, Tokyo–Hamburg arasındaki mesafeyi Süveyş rotasına göre %40’a varan oranda kısaltma imkânı sunuyor.
Şangay–Rotterdam konteyner hattı, Çin limanlarından İngiltere’ye sadece 18 günde varıyor; aynı limanlar arasındaki mesafe Süveyş güzergahı kullanıldığında ise 40 gün sürüyor. 2024’te Rus Rosatom’a göre KNR üzerinden 38 milyon tonluk mal akışı yaşandı ve 2025 sonuna kadar yabancı gemi geçişlerindeki artışın %50’yi bulması bekleniyor.
Kuzeybatı Geçidi de (Kanada’nın kuzeyinden geçen rota) benzer avantajlar vadediyor; örneğin Kanada’dan Şangay’a giden bir sefer, Panama Kanalı yerine KBG’yi kullanarak yolculuğunu 41 günden 26 güne indirebiliyor.
Ayrıca 4.000 TEU (20 Fit - 6.1 metre konteyner) kapasiteli bir konteyner gemisi KNR’yi kullandığında yakıt tüketimi %14–%35 azalabiliyor. Yani yeni rota zaman kazanmakla kalmıyor, nakliye maliyetini de düşürüyor.
Tabii bu rotaların önündeki zorluklar da büyük. Ulaşımın şimdilik yalnızca yaz aylarında açık olması ve sınırlı liman altyapısı önemli dezavantajlar olsa da; Orta Koridor’daki (Trans-Hazar Uluslararası Taşımacılık Koridoru) siyasi istikrarsızlıklar ve gemi trafiğindeki endişeler nedeniyle taşımacılar bu yeni alternatiflere git gide daha fazla ilgi gösteriyor. Güney Kore ve Çin gibi devletler de Kuzey Deniz Rotası’nda pilot seferler ve canlı buz tahmin servisi başlatarak bu yeni koridorları geliştirmeyi amaçlıyor.
Akdeniz’in önemi azalıyor mu?
Kuzeydeki yeni rotaların sağladığı avantajlar, Çin’den Kuzey Avrupa’ya giden gemilerin, Doğu Akdeniz veya Süveyş yerine Hamburg, Rotterdam gibi Kuzey Avrupa limanlarına yönelimini artıracak gibi görünüyor. Dolayısıyla Türkiye ve Mısır üzerinden geçen geleneksel Asya-Avrupa rotalarında hacim kaybı şimdiden kendisini hissettirmeye başladı. Öte yandan Arktik rotalar Kuzey Avrupa-Uzakdoğu hattını kısaltırken, Akdeniz’e ulaşım noktasında geleneksel rotalar hala avantajlı konumda.
Bu bağlamda Kuzey Deniz Rotası’nın 2030’a kadar hedeflenen Çin-Avrupa kargo hacminin %10-15’ini domine etmesi muhtemel görünüyor.
Rusya yeni duruma nasıl hazırlanıyor?
Bütün bu risk ve fırsat alanının içinde Rusya, Kuzey Deniz Rotası’nı kendi ulusal altyapısının parçası sayıyor; bölgede üsler inşa ediyor, daha fazla buz kırıcı üretiyor ve hatta Kuzey Kutup Denizi’nde tek taraflı hâkimiyet ilan ediyor. Batı Bloğu bunu UNCLOS’a (BM Deniz Hukuku Sözleşmesi) aykırı bulsa da Rusya’nın tedarik hatlarına alternatif olarak bu rotayı güvence altına alma gayreti sürüyor ve böylece Arktik’te asker sayısını artırarak deniz koridorlarını güvence altına almayı amaçlıyor.
Çin hangi adımları atıyor?
Diğer tarafta 2018’de açıkladığı stratejide kendini “kutuplara yakın devlet” ilan eden Pekin, “Kutuplar için Kuşak ve Yol” projesiyle bölgeye girişimlerini yoğunlaştırıyor ve Rusya ile birlikte ortak tatbikatlar düzenliyor. Çin’in amacı, ABD ve Avrasya ile girdiği yüksek riskli ticari rekabette Orta Koridor’a olan bağımlılığını azaltmak. Bu nedenle Çin ulaştırma bakanlığı, Arktik deniz buz analizlerini günlük olarak yayınlıyor. Yüksek buz sınıfı gemi filosuna yatırım yapıyor ve Rus limanlarında altyapı çalışmalarını destekliyor.
ABD ve Avrupalı ülkeler ise Arktik’teki gelişmelere elbette kayıtsız kalmıyor. Alaska’da ve Grönland’da üs ve liman projeleri sürüyor; Norveç, Danimarka ve Kanada radar uydularını ve donanma tatbikatlarını artırmış durumda. Atlantik Konseyi uzmanları, eğer Rusya ve Çin Arktik’te hegemonyayı tamamen ele geçirirse, “Ele geçirdikleri petrol ve gaz kaynaklarıyla askeri harcamalarını artırıp yeni saldırganlıklar peşine düşebilir” şeklinde değerlendirmeler yapıyor.
Yani enerji kaynakları açısından değerlendirdiğimiz Kuzey Kutbu, ekonomi ve jeopolitiğin de kesiştiği merkezi bir bölgeye dönüşmüş durumda. Doğudan Batıya uzanan kadim ticaret yolları buzların üzerinde yeniden çiziliyor. Çizilen yeni rotalar geleneksel deniz yollarının önemini gölgeleyecek; Afrika ve Ortadoğu üzerinden Avrupa’ya uzanan rotalara yatırım yapan ülkeler planlarını yeniden gözden geçirecek; enerji nakil hatları ve ticaret anlaşmaları soğuk gerçeklikle yeniden şekillenecektir. Arktik’teki bu dönüşüm, dünya ticaretinin haritasını yeniden şekillendirirken devletleri stratejik denklemde radikal adımlar atmaya zorlayacaktır.
Şimdi can alıcı şu sorular üzerinde ciddi olarak düşünülmesi gerekir; Türkiye yeni döneme hazır mı? Buzulların erimesiyle birlikte değişmesi muhtemel ticaret yolları ve koşulları nasıl okuyor? Stratejik konumunun bu gelişmelerden nasıl etkileneceğine dair çalışmalar yapıyor mu? İşte bu soruların cevapları ülkemizin geleceğinin nasıl şekilleneceğine dair işaretler verecek.