SAVAŞ ve çatışmaların insanlığa ne kadar büyük fatura yüklediğini biliyor musunuz Dünya tarihinin en kapsamlı savaşı olarak bilinen 1. Dünya Savaşı’nda 20 milyon insan hayatını kaybetti. Son 50 yıl içinde yaşanan savaş ve çatışmaların faturası ise 60 milyon ölü. Bu korkunç rakamlar, dünya barışını sağlamak için, insanî duyguları, şefkat ve merhameti esas alan âdil bir düzene duyulan ihtiyacı ortaya koymuyor mu

Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (ESAM), 1. Dünya Savaşı’nın 100. yılı münasebetiyle 7-9 Kasım günleri “İslâm Dünyası ve Emperyalizm” konulu bir sempozyum düzenledi. Programa 35 ilim adamı ile pek çok fikir adamı görüşleriyle destek verdi. Tüm insanlığı ilgilendiren böyle bir konunun sempozyum ortamında ele alınması takdire değer bir çalışmadır. Bu yüzden ESAM’ı tebrik ediyorum.

1. Dünya Savaşı’nın görünen sebepleri yanında perde arkası sebepleri de vardır. Avrupa ülkeleri sanayi devrimini yaptı. Aşırı miktarda silâh ürettiler. Batı’nın bencilliği, doymak bilmeyen iştahı ve sömürgeci zihniyeti herkesçe biliniyor. Önce, sömürüden daha fazla pay kapmak için kendi aralarında kıyasıya bir rekabete giriştiler. Almanya ve İngiltere etrafında guruplaşmalar oluştu.

Savaşın temel sebebini sömürgecilik, hammadde ve pazar bulma rekabeti oluşturuyordu. Ortalık gerilmiş, dünyayı paylaşma hırsı zirveye çıkmıştı. Bu atmosferde bir olay yaşandı: Bir Sırplı öğrenci Avusturya veliahdını Saraybosna’da öldürdü. Bu gelişme, 1. Dünya Savaşı’nın başlamasına yol açtı.

Batı’nın bencil ve menfaatçi yapısı, insanlığın savaşlar yoluyla acı, kan ve gözyaşına boğulmasına sebep oldu. Daha çok kazanma ve daha çok sömürme hırsı küresel savaşların çıkmasına yol açtı. Batılı ülkelerin başlattığı 1. Dünya Savaşı’nın görünen sebebi budur.

PERDE ARKASI GÜÇ

Tarihî olayları sağlıklı değerlendirebilmek için o dönemde yaşanan etkileyici unsurları dikkate almak zorundasınız. 1897’de Siyonistler Basel’de, Theodor Herzl başkanlığında düzenledikleri kongrede 100 senelik hedeflerini belirlediler. Bu hedeflere zamanında ulaşabilmek için vakit kaybetmeden Emanuel Karasso başkanlığında çalışmaya giriştiler.

İlk hedefleri, Filistin bölgesinde kendilerine bir karış toprak vermeyen Abdülhamit Han’ı tahttan indirmekti. Bu amaçla, işbirlikçileri eliyle İttihat ve Terakki’yi kurdular. Derenin kuşunu derenin taşıyla vurmak istediler. Ülkedeki bütün sıkıntıların “Abdülhamit’in baskıcı(!) yönetiminden kaynaklandığı” tezini işlediler. Yalan ve iftiralar uydurdular. Bu amaçla 160 civarında gazete yayınladılar. Sermaye çevreleri, halk ve aydınları buna inandırdılar. 1908’de Abdülhamit Han’ı tahttan indirmeyi başardılar.

İttihat ve Terakki, Abdülhamit sonrası, ülke yönetiminde büyük rol oynadı. Bu işte, Akif’in “üç beyinsiz kafa” şeklinde ifade ettiği Enver, Talât ve Cemal Paşalar başı çekiyorlardı. Osmanlı, başlangıçta savaş konusunda tarafsız kalmayı tercih etmişti. Fakat bu üç paşanın maceracı siyaseti yüzünden Osmanlı, Almanya yanında savaşa girmeye itildi.

Savaşın acı sonuçlarını biliyorsunuz. 30 ayrı cephede savaşmak zorunda kalan Osmanlı’nın topraklarından önemli bir kısmı elinden çıktı. Osmanlı yıkıldı ve Türkiye olarak ana gövde durumundaki Anadolu’ya sıkışıp kaldık. Ülkenin okumuş kesimi büyük oranda savaşlarda hayatını kaybetti. Her alanda büyük zayiat verdik.

Enver Paşa’nın savaş sonrası söylediği şu sözler çok mânidardır: “Biz Sultan Abdülhamit’i anlayamadık. Siyonistlere alet olduk. Bizi beynelmilel masonluk istismar etti. Elîmdir, fakat biz… biz… Siyonizm için çalışmışız.”

Yalan ve iftiralara aldanan filozof Rıza Tevfik Bölükbaşı da pişmanlığını “Abdülhamit’in Ruhaniyetinden İstimdad” şiirinde şöyle itiraf eder: “Tarihler ismini andığı zaman / Sana hak verecek ey koca Sultan, / Bizdik utanmadan iftira atan, / Asrın en siyasî padişahına.”

YENİ ACILAR YAŞANMASIN

Özellikle 150 senedir, Batı’nın egemen olduğu dünyada insanlık huzur ve barışa hasret kaldı. Acı faturalar ödenerek anlaşıldı ki, insanlığın geleceği Batılara emanet edilemez. Hak merkezli âdil bir düzen ihtiyacı herkesçe görüldü. Yani, insanî değerlerin öne çıktığı şefkat ve merhamet medeniyetine; hakça paylaşımın esas alındığı âdil bir sisteme ihtiyaç var.

Millî Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan, ömrü boyunca hakkın ve haklının hâkim olduğu âdil bir düzenin kurulması için çalıştı. Yani, savaş yerine barışın, haksızlık yerine âdil bir paylaşımın esas alındığı bir dünya için.

1. Dünya Savaşı’nın üzerinden 100 sene geçmesine rağmen Siyonizm ve Batılıların zihniyeti değişmiş değildir. Filistin’de Siyonist vahşet durmak bilmiyor. Arakan’da insanlar yakılıyor. Doğu Türkistan’da yürek dağlayıcı katliamlar var. Irak, Mısır, Suriye gibi yerlerde devam eden sıcak savaş ve çatışmalar hepimizin mâlumu.

Bunlar yetmiyormuş gibi Siyonistler ve işbirlikçileri yeni tuzaklar, yeni savaşlar peşinde. Türkiye, taşeron ve tepkisel bir örgüt olan IŞİD bahane edilerek -1. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi- savaşın içine çekilmek isteniyor. İsrail’in Kudüs ve Mescid-i Aksa’da yaptığı saldırı ve katliamlar Batı’nın kontrolündeki uluslararası kurumlar tarafından göz ardı ediliyor. Adeta, 3. Dünya Savaşı’nın önü açılıyor.

İnsanlık bunca acı tecrübeden sonra Batılıların cilâlı sözlerine kanarak yeni maceralara atılmamalıdır. Son 150 senede 100 milyondan fazla insan savaş ve çatışmalar sebebiyle hayatını kaybetmiş, niceleri açlıktan ölmüşken hâlâ ders ve ibret almamak akıl ve mantığı devre dışı bırakmak değil midir

Dünya bir yangın yerine dönmüş durumda. İnsanlık, adalet ve barışın tesis edildiği âdil bir düzenin hasretini çekiyor. Adil bir düzeni; hak, barış, iyilik, şefkat, merhameti esas alan bir dine mensup oldukları için ancak Müslümanlar kurabilir. Şimdi, Millî Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın öncülüğünde Yeni Bir Dünya’nın kurulması için başlatılan D-8’lerin insanî prensiplerini yeniden hatırlama zamanı: 1. Savaş değil, barış! 2. Çatışma değil, diyalog! 3. Çifte standart değil, adalet! 4. Üstünlük değil, eşitlik! 5. Sömürü değil, işbirliği! 6. Baskı ve tahakküm değil, hürriyet ve insan hakları!