ABDnin küresel güç mücadelesinde rotayı Ortadoğudan Asya-Pasifike doğru çevirmeye başlaması, beraberinde bir çok bilinmeyeni ve soruyu da getirmeye başlamış durumda. Ve pek tabi bir takım sorunları da...

Geçen yazımızda da belirttik, ABD açısından Çin dünyanın yeni balkanları. Bir diğer ifadeyle, düne kadar Brzezinskinin kitabına konu olan ve Avrasyanın balkanları olarak geçen Rusyanın yerini artık büyük ölçüde Çin almış vaziyette. Böylece, Yeni Büyük Oyunda taşlar da iyice yerine oturmaya başlamış durumda. Oysa, çok değil bundan yaklaşık dört yıl kadar önce aynı ABD, Çine Rusyayı balkanlaştırma teklifinde bulunmuş ama beklediği yanıtı alamamıştı.

Muhtemelen benzer teklif Medvedevin Devlet Başkanı olduğu dönemde Rusyaya da yapıldı. Ruslar buna ne cevap verdi, bunu bilebilmemiz mümkün değil. Fakat Medvedevin ABDden bir takım talepleri ve son dönemde yaşanan bir takım gelişmeler (örneğin, ABD-Rusya arasındaki Suriye-İran krizi üzerinden mutabakat arayışları ve bunda gelinen son aşamayla birlikte, diğer taraftan Kafkasyada Rus yakın çevresinde yaşanan hareketlenmelerde görüldüğü üzere), Moskovayı bir takım tercihlere zorlayıcı türden görünüyor.

Dolayısıyla, Çin açısından önünde oldukça zorlu bir dönem söz konusu. Özellikle de, ABDnin Çin yakın çevresinde artan varlığıyla birlikte. Bu bağlamda, Myanmarın ve bölge Müslümanlarının sorunlarına ABDnin artan ilgisi, Çinin bölgedeki Müslümanlarla olan ilişkilerinde çok da lehte olmayacak yeni bir sürece işaret ediyor.

Bu noktada bölgedeki bir çok radikal yapılanmanın bu düşük yoğunluklu mücadelede farkında olarak ya da olmayarak ABD saflarında yer alacağına yönelik en ufak bir tereddüt bile söz konusu değil. Özellikle de Körfez ağırlıklı bu grupların Afganistan, Çeçenistan, Kuzey Afrika ve son olarak Suriyede oynadıkları rol ve sahip oldukları deneyim, bir çok kesimde böylesine bir kanaati uzunca bir süredir oluşturmuş vaziyette.

Açıkçası ABD, bölgede İngilterenin oluşturduğu alt yapı üzerine, SSCBnin Afganistanı işgali ile birlikte kendisine sağladığı pratik imkanı başarılı bir şekilde kullanmak suretiyle geliştirdiği "Amerikan ya da CIA İslamı" bu coğrafyada uzunca bir süre daha kullanacağa benziyor. Bir diğer ifadeyle, düne kadar SSCByi kuşatma politikasının bir parçası olan "Yeşil Kuşak Projesi", bu sefer Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD gücünün karşısındaki en dinamik unsur olarak ön plana çıkan Çin için devrede...

Bu son adımın bölgedeki tansiyonu daha da yükseltmesi kaçınılmaz. Nitekim, Alman Dış İlişkiler Konseyi Çin uzmanlarından Sandschneider de bu hususta şu tespiti yapıyor: "Başkalarına nasıl davranırsan, onlar da sana öyle davranır. Çini askerî rakibi olarak gören, Çinin er ya da geç bir askerî rakip haline gelmesine şaşırmamalı. Her iki tarafın da böyle bir durumun oluşmasını engellemek için elinden geleni yapması şart."

Fakat bu işbirliği, mevcut şartlar altında, o kadar mümkün görünmüyor, özellikle de krizden ve "öteki" üzerinden beslenen Batılı güç anlayışıyla. Nitekim, burada Çini provokasyona yönelik bilinçli bir tercih, strateji dikkatleri çekiyor. Hedef, Çini tüm dünya açısından büyük bir tehdit olarak sunmak ve yükselen bu tehdit karşısında Amerikan gücünü bir kez daha "kurtarıcı" rolüne sokmak, aynen Soğuk Savaş döneminde olduğu üzere.

"Yükselen Güçlere Asyanın Yanıtı: Çin ve Hindistan" başlıklı çalışmalarında A. J. Tellis, T. Tanner ve J. Keough üçlüsü de bu tespitimizi şu ifadeleriyle doğruluyor: "Çinin Asyada hem ABD, hem de onun dostları ve müttefikleri karşısında temsil ettiği artan jeopolitik sorunun varlığı, Çin Ordusunun hızla modernleşmesinden kaynaklanan askeri sorunlarla birlikte teyit edilmiş oluyor. Bu modernleşme süreci tamamlandığında, Pasifik Asyada stratejik istikrarın kilit bir ön-koşulunu (yani, ABDnin dış tehlikelerin tehdidi altındaki müttefiklerine destek sağlayabilme yeteneği) kökten zedeleyecek. Çinin günümüzde gelişmekte olan askeri yetenekleri, ABDnin deniz, siber alan, uzaydaki geleneksel kumanda yeteneği karşısında ciddi bir meydan okuma anlamına geliyor. Tüm bunlar ise, ABDnin Asya kıtasındaki caydırıcılık yeteneğinin başarılı bir şekilde tasfiye edilmesine giden yolu açıyor."

Dolayısıyla, bu stratejinin tutma ihtimali çok yüksek. Biraz daha açmak gerekirse, bölgedeki suyu Afganistanı işgal yoluyla bulandıran (yani, istikrarı ve bölge ülkelerinin inisiyatif kabiliyetlerini zaafiyete uğratan) ve ardından da bu bulanık suda çok sayıda operasyona imza atan ABD; Orta Asyadan Afganistana, Pakistana, Hindistana, Bangladeşe ve oradan Myanmar ve Doğu Türkistana kadar uzanan geniş bir coğrafyada elde ettiği imkan ve kabiliyetine ulaşmış durumda ve hiç kuşkusuz bunu da kullanmak isteyecektir. Nasıl mı Bunun için Başkan Obamanın ziyaretini bekleyelim...