Yüzeysel bakıldığında elbette hiçbir müminin, Allahın en büyük olduğunda tereddüdü yoktur. Mümin insan, Allah en büyüktür den başka bir söz söyleyemez, başka bir teoriyi gerçek kabul edemez. İlk insandan bu yana bütün iman edenler için geçerli kural budur. Allahın en ağır haramlarını irtikâp edenler bile Onun büyüklüğüne karşı itiraz sahibi değildirler. Teorik olarak büyüklüğünü kabul etmenin önünde bir engel yok gibi durmaktadır. Öte yandan Allahın en büyük olma gerçeğinin pratikteki yansıması ise izlenememektedir. Dünyada yaşayan bir insanın fezadaki bir gezegen hakkında en büyük gezegenmiş tarzında bir bilgi sahibi olmasının ya da güneşin, onun yaşadığı dünyadan daha büyük olması gerçeğini itirazsız kabul ediyor olmasının, onun günlük hayatında bir etkisi yoktur. A gezegeninin en büyük olması veya biraz küçük olması onun için bir şey değiştirmiyor. Mümin insanın, Allah en büyüktür derken ifade ettiği, Onun en büyük olmasını kabul etmesi böyle değildir.
Allah en büyük ise, Onun en büyük olması müminin imanından ameline kadar her tavrında yansıyor olmalıdır. En büyük olan Allahın emirlerine itaat, yasaklarından kaçınma, o en büyüklüğün gerektirdiği şekilde olmalıdır. En büyük olan Allahın vaatleri ve kullarına tehdit olarak zikrettiği azabı, sıradan bir vaat veya tehdit olarak görülemez.
Allahın yaratan ve idare eden olması, her sözünün mutlak geçerli söz olması durumu da böyle anlaşılmalıdır. Şeytanın ya da görünen şeytan olmuş güçlerin, Allahın mülkünde Ona rağmen yani O izin vermediği hâlde isyan edebiliyor olmaları nasıl mümkün olur Allahın en büyük olması bir temenni değil gerçeğin ta kendisidir. Onun en büyük olması sebebiyledir ki, Ona isyan edenlerin var zannettikleri güçlerini bile yaratan Odur. Hiçbir şey Onun mülkünde Ona karşı bir şey değildir, olamaz da. Böyle iman ediyoruz.
Müminlerin, Allahın dini ve Şeriatının geleceği hakkındaki tasavvurlarının ele alınması söz konusu olduğunda bu "En Büyük Olan Allahın Şeriatı" için ne düşündükleri, ona nasıl bir gelecek tahayyül ettikleri önem arz etmektedir. Yaşadığı günün akşamını iman ettiği Şeriatı açısından müjdeli bir gün kabul edebilmek, yarın doğacak güneşi, iman ettiği dinin Şeriatı için hükümranlık günü olarak görebilmek esasen Allahı En Büyük bilmenin gereğidir. En Büyük olan Allaha ait imanımız küçük şeyler ya da küçüklerin karşısında erimiş değerler olabilir mi
Müminlerin, Allahuekbere karşı itirazları olmayacağı muhakkaktır. O hakikatin gerçekleşmesi için bizzat Allahın şart olarak önlerine koşmuş olduğu cihat pratiğinde sıkıntıları olabilir. Mevcut durumdaki aşamadığımız engelimiz de budur. Bizzat Allah Teâlâ, müminlere indirdiği dininin hükümranlığını, müminlerin cihadın bütün kademelerini gerçekleştirmelerine bağlamıştır. Bunu, dini sahiplenmek olarak da adlandırabiliriz. (Muhammed, 7; Âl-i İmran,160) Allahın kâfirlere karşı müminlere yardım etmesini bekleyenler, o yardımın temel şartı olan cihadı nereye oturttuklarını incelemek durumundadırlar. Bütün yönleri ile bir namaz gibi eda edilmiş cihat, Allahın kapılarının yardım için açıldığı anlamına gelmektedir. Önce cihadın ne olduğundan, nasıl eda edileceğine kadar bir cihat ilmihali oluşturabilirsek, kendimize iş kolaylığı ve hedef berraklığı sağlamış olacağız.
Dolu dolu cihat
1-İslam, Allahın koyduğu kuralları yaşamanın adıdır. Allah ne emretti ise kul ona teslim olur, kayıtsız şartsız emredileni yapar. Bu da onun İslama girmiş bir Müslüman olduğunu gösterir. Hangi emri hangi dereceden emretmiş ise Allah, kul o emrediliş derecesine ve kendi becerme kudretine göre emri yerine getirir. Bunun adı Müslümanlıktır.
Müslüman olarak yaşamayı belirleyen bu emirlerden biri de cihat emridir. Allah Teâlâ, kendisine iman ettiğini iddia eden kullarından Onun uğrunda cihat etmelerini istemiştir. Bu nedenle cihat ibadeti, bir gönüllülük işi değildir. Sivil topluma veya İslam Devletine yüklenilince diğerlerinin muaf olabileceğini bir görev olarak görülemez. Allaha iman eden herkes, namaz, oruç, hac ve diğer ibadetlerden herhangi biri gibi cihat ibadetinden de mesul olduğunu bilmek durumundadır. Ezanın onu namaza çağırdığını anlayan, Kuranın Allahın dinine hizmete yani cihada çağıran davetini de anlamalıdır. İslam budur, böyledir, böyle yaşanmıştır.
İslamın, batılın karşısında erimeden kıyamete kadar devam etmesi, ona iman edenlerin, Müslüman olmanın izzetini hissedebilecekleri bir ortam için cihat şarttır. Kuran böyle emrettiği gibi akıl da bunu gösterir.
2-Cihat, ilke olarak farz bir ibadettir. Bu farz olma derecesi namazın farz olması ile aynıdır. Namazın önemini anlamamız için kullandığımız farz kavramı neyi gösteriyorsa cihat için kullanılan farz kavramı da aynı şeyi gösterir. Şu kadar ki, pratikte, farz-ı ayın ve farzı kifaye olarak iki bölüme ayrılan farzların arasında cihat, kimi zaman aynî bir farz kimi zaman da kifaî bir farz olabilir. Aynî bir farz olduğu zaman, minareden okunan ezan kime hitap ise cihat da ona hitaptır. Kifaî olduğunda da sadece ilgilisine farz olan bir ibadettir.
Dinin müdafaası açısından bakıldığında, cihat orduya devredildiğinde yeterlilik düzeyinde bulunuyorsa, bu durumda bütün müminlere değil, dinin ordusundaki görevlilere farz olmuştur. Eğer dinin müdafaası, evlerinde oturan kadınlardan çocuklara kadar herkesin desteği ile ancak sağlanabiliyorsa bu durumda da cihat, herkesin sorumlu olduğu aynî bir farz durumuna gelmiş demektir. Şunu düşünmeyi de ihmal etmemeliyiz: Cihat, bir ordu ile icra edilecek ibadet olabileceği gibi, dille, bedenle, kalemle, malla veya başka bir vesile ile de icra edilebilir konumda ise yukarıdaki ölçü bu durumda, hangi alanda cihat yapılacaksa o alandaki dağılıma ve gerekliliğe göre yapılacak demektir.
3-Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki: Malınızla, canınızla ve dilinizle müşriklerle cihat edin. (Ebu Davud, Cihat 18/2504) Hadisi şerif, cihadı mal, can ve dille yapılmak üzere farklı alanlara taşımaktadır. Asıl olan şudur: İnsan nerede nefes alıyorsa, oradaki o nefesin Allahın razı olacağı şekilde alınıp verilmesi gerekmektedir. Mümin insan bir yandan kendi nefeslerinin diğer yandan da, nefes alan diğer insanların nefeslerinin de nasıl alınıp verildiğinden mesul olduğunu bilecektir. Bunun anlamı da cihattır.
Yeryüzü, Allahın mülküdür. Onun mülkünde de Onun kurallarının icra edilmesi gerekmektedir. Cihat, bu gerekliliğin tahakkuk etmesi için uğraşmaktır. Bu uğraşma, nerede nefes alınıyorsa orada olacaktır. Nefes almak neyi gerektiriyorsa, o gerekenin cihat olarak yapılması germektedir. Bu, meydanlarda kâfirlerle vuruşmak da olabilir, bir çocuğun imanını kurtarmak da olabilir.
Meydanlardaki cihat kadar, meydanlara gidecek mücahitlerin nefis terbiyesi görmeleri de bir cihattır. O kadar ki, nefsine hâkimiyette sorun yaşayan bir müminin nefsi ile yapacağı cihat, yer yer meydanda yapacağı bir nafileden ya da kifaî farzdan daha önemli ve etkili olabilir.
İlim adamı yetiştirmek, Kuran ve hayatın anlaşılmasına katkıda bulunacak ilmî çalışmalarda bulunmak da bir cihattır.
Bunlardan her hangi biri ne zaman ve nerede nasıl gerekiyorsa cihat orada o şekilde olacak demektir. Bu da kıyamete kadar bütün renkleriyle cihadın devam edeceğini göstermektedir.
Bizim cihat anlayışımız budur. Bununla Rabbimize kavuşmak isteriz. Dolu dolu bir cihat yaşamaya muvaffak olduğumuzda yeryüzünde Allahın hâkimiyetine doğru hızla yol alınacak demektir. Temennimiz budur. Bu temennimizin gerçekleşmesi için yapmamız gerekenler de bir tür cihattır. Cihat ümmetiyiz. Cihadı konuşur, onu gerçekleştiririz. Yürürken de eğelenirken de cihat üzereyiz.