Tycho Brahenin ismi Türkiyede çok fazla zikredilmez. Danimarkalı astrolog ve kimyager olan Brahe, 14. yüzyılda yaşamış bir bilim insanıydı. Brahe aynı zamanda, yer çekiminin bulunmasına çok önemli katkılarda bulunan Alman Fizikçi Johannes Keplerin de hocasıdır. Bu büyük bilim adamının alışılmışın dışında bir inancı vardı.
Brahe sayıların gizemine inanırdı. 7 rakamının kutsallığına inanan Brahe, bu yüzden dünyanın etrafında 7 gezegen olduğunu dile getirmişti. 777 yıldızın konumunu da belirleyen Brahe, çok önemli saptamalarda bulunmuştur. Brahenin saptamaları bugünden bakıldığı zaman, yaşadığı dönem içinde çok büyük anlamlar ifade ediyor. Fakat Brahenin sayıların gizemine olan tutkunluğu onu bilimsel objektiflikten uzaklaştırmıştır. Bilgi ve birikim açısından tartışılmayacak bir düzeyde olan Braheyi yargılamak gibi bir amacım yok. Peki o zaman niye bu bilgiyi aktarma ihtiyacı hissettim.
Bir konuda fikir beyan etmek ya da daha ileriye giderek bir kuram ortaya koymak kolay bir iş değil. İnsanoğlunun hangi süreçlerden geçerek bugünkü uygarlık düzeyine ulaştığını anlamak ve buradan nereye evrileceğini kestirmek adına yapılacak iyi niyetli her girişim, önemli bir birikim de gerektirmektedir. Bu birikim öncelikle okuyarak elde edilir. Okurken de yazılanların ve o yazıları kaleme alanların kimlikleri ön plana çıkar. Elbette tarihte cereyen eden olayların değişmesi ya da değiştirilmesi mümkün değil ama bu olayların anlatımı ve değerlendirilmesi okuyucu için önemlidir.
Alman politikacı Joseph Goebbels, kitle iletişimi alanında deha sayılacak bir yetenekti. Onun bu yeteneğini sadece Naziler değil, herkes kabul etmişti. İnsanları yönetmenin çok kolay olduğuna vurgu yapan Goebbels, "İnsanları yönetmek çok kolaydır, ilk yapılması gereken şey, bir düşman yaratmaktır" demişti. Bu bakış açısı, bilimsel anlamda destek buldu.
Ulusal tarihlerin yazımı Goebbelsin düşüncelerini doğrular nitelikteydi. Etrafınıza bir bakın bütün ulusların mutlaka, harici ve dahili düşmanları mevcuttur. Bunu en iyi uygulayan ülkelerden biri şimdilerde Amerikadır. Komünizmden sonra kendi uluslarını manipüle etmek adına Amerika hedef tahtasına "İslamı" oturtmuştur. Bu en basit örneklerden biri.
2006 yılında sinemaya aktarılan, "Apocalypto" filminde Maya uygarlığının nasıl çarpıtıldığını uzun uzun anlatmaya gerek yok. İleri bir uygarlık olan Mayaların, kana susamış bir toplum olarak gösterilmesinin nedeni ne olabilir sizce. Bunu, İspanyol sömürgeciliğini şirin göstermek adına yapılan bir girişim olarak değerlendiremezmiyiz Bu ve benzer örnekler oldukça fazla. Katolik inancına sahip olan J.R.R.Tolkienin yazdığı eserlerde özellikle "Yüzüklerin Efendisinde Hristiyanlık karşıtı, bir anlatımdan oldukça uzak durması ve bunun için özel çaba sarf etmesini de bu minvalde değerlendirmeliyiz.
Yıllar önce Çeviri şiir konulu bir makale kaleme almıştım. Makalenin başlığını dün gibi hatırlıyorum. "Çeviri şiir mi Çeviren şairin şiiri mi". Dilimize kazandırılan yabancı yazarların kitaplarını, farklı kişilerin yaptığı çevirilerden okumanızı tavsiye ederim. Özellikle şiir açısından, bu durum tam bir rezalettir. Aynı şiir, farklı şairler tarafından çevrildiği zaman, şiirleri tanımanız mümkün değildir.
Orijinaline sadık kalınmayarak, çevirmenin beğeni, sözcük dağarcığı, sosyal ve psikolojik derinliğine kurban edilen sayısız şiir vardır, batı edebiyatından dilimize kazandırılan. Bu çeviriler kimi zaman o kadar kötüdür ki insanı şiirden soğutur.
Doğal olarak her metin o metini yazan kişinin, beğenilerini barındırır. İşte bu beğeniler, filmin koptuğu yerdir. Eğer okuduğunuz kitap, araştırdığınız konu hakkında herhangi bir bilginiz yoksa zihniniz bulanıklaşır.
Daha önce yazdığım "Üstün insan, yaratılış ve uzaylılar" "İnsanlığın geleceği ve felsefe" makalelerinde insanlığın kadim geçmişini anlamaya çalışmamız gerektiğinden bahsetmiştim. Bu süreçte nasıl bir okuma kültürü edinmemiz gerektiği de başlıca sorulardan biriydi. Kanımca bu soruya biraz olsun açıklık getirdiğimi düşünüyorum. İnsanlığın kadim geçmişine yapacağım seyahatte, sıklıkla okumalı okurken de, elemeliyiz.
Proje kitapların havada uçuştuğu ve manipülasyona açık konuların bir bir piyasaya sürüldüğü bir zamanda, kadim geçmişin sırlarına yapılacak her yolculuğun keyifli olacağını düşünüyorum. Ian Flemingin dediği gibi "İnsan iki kere yaşar" ama bir kez ölür...