Yerli bir otomobilimizin olmasını istedi başbakan Erdoğan. Ülkesinde ağır sanayi kurulmasını hedefleyen bir siyasi mücadele içinde gözünü açan Erdoğanın biraz geç kalan bu isteği kartel medyasında olumlu karşılık buldu.

Avrupaya sanayi işcisi gönderiyoruz, icabında montaj dahi yaparız, sanayicilik bizim neyimize diyen temel sökücü zihniyetle mücadelenin zorluğunu bilmez mi başbakan Erdoğan

Tarihe bir bakalım ve otomobilimizin olmasını da, bizi Appleci yapan mucit patronun ölümüne yanmamızı da bir değerlendirelim.

Gazeteler yazmış: Lüks otomobilde, ABDden sonra Türkiye dünya ikincisi imiş.

Ne zaman 1955 yılında. Devlet malı fabrikalarının sayısını ve şehirlerini ilkokul çocuklarının ezbere sayabildiği 1955 yılında. Yani DPnin iktidar olduğu 1955 yılında.

Peki gerçek midir bu haber Gazeteler niçin yazmıştır Okuyucuları olan bu ülkenin insanlarının morallerini yükseltmek, durum sanıldığından daha iyidir, dedirtmek için mi uydurulmuştur bu haber

Hayır!

Karikatürün havası, bu haberin iktidarı yıpratmak, bir israf iktidarı olduğunu anlatmak için çizildiğini anlatırken, Hacıağa diye tanımlanan çukurovalı toprak sahibini de konuşturarak, ABDden niçin borç istediğimizin kışkırtıcılığı, provokasyonu bu ülkede 27 Mayısı hazırlamıştır.

Açın, bakın 1955 yılı bilgilerine ulaşın, size kazandırılan Apple ürünlerinin ekranlarında. Bu ülkenin otomobil sayısı diğer ülkelerin otomobil sayılarına ne zaman yaklaşır oldu

Aynı yılın birkaç ay öncesinde yayımlanan elektrikli karikatür ne diyor

Köylere elektrik ulaştırmaya çalışan DP iktidarı yerilmiyor mu, cahillikle suçlanan köylü görüntüleri çizilerek Bu adamlara elektrik götürsen ne olur Demek istedikleri bu. Çünkü DPden önceki CHP tek parti iktidarının böyle bir derdi hiç olmamıştı.

Elektriği olmayan, elektrik kullanmasını bilmeyen cahil, perişan köylü görüntülerine üzülen insanlara, lüks otomobil düşkünlüğümüzü gösteriver bak ne olur

Gitsin bu DP iktidarı da... diye başlayan memnuniyetsizlik halleri, ihtilallerde ses çıkaramama durumları...

Bu ülkede neler olduğu kimsenin gizlisi, saklısı değil. Kayıtlarda var herşey. Bir yetkilinin 1965 yılında otomobil sanayii kuralım, demesi gibi.

Demiş de ne olmuş

İşkembeyi kübradan atma demişler!

Bu ülkenin çocuklarının hayallerinin önüne yasaklarla set çekenler, bugün o çocukların çocuklarına ve torunlarına elektronik alet satan mucit patronlara ağlanacağını biliyorlar mı idi Bilemezlerdi. Çünkü onlar o yasakları kolay yönetim/memur rahatlığı için koymuşlardı.

Bu ülkenin geçmişinde yaşanan çakmak kullanma yasağını yahut İnhisar idaresi kibriti kullanma mecburiyetini sorgulamayanlar mı sorgulayacaktı radyo yasakcılığını, telsiz yada telefon bilgisi yasakcılığını

Lakin bugün yasaksız ülkelerde hayaller kuran ve gerçekleştirdikleri o hayallerle bize üstünlük satan insanları övecek kelimeler arıyoruz hazinelerimiz arasında.

Çocukluğumda bizzat tanık olduğum bir olaydı, köylünün sarma sigarasını yaktığı kav, zincir ve çakmaktaşını alıp atması hükümet dairesindeki bir memurun. Binaenaleyh Çin malı çakmaklara ne para verdik ama.. O memur ne bilsin

Elin oğlunun telefon aletini geliştirdiğini bize gösterilmesine müsaade eden Özala hala kendimizi borçlu hissettiğimiz günlerden, bizi çok sevdiği için bizi Apple ürünlerine kavuşturan Steve Jobsa yandığımız günlere erdik. Daha ne isteriz

Bizim çocuklarımız mı

Onlara hangi yaşa kadar ne yasak olduğunu, hangi yaşta hangi okulda/camide olamayacaklarını kesin kanunlarla "tesbit" yapmaya uğraşıyoruz.

Hayal onların neyine

ANNE

Başbakan Erdoğanın annesiyle kucaklaşan fotoğraf kareleri var bugün bütün gazetelerde.

Gülümseyen ana-oğul görüntüleridir geleceğin hafızasına nakşeden; o görüntülerdeki huzur, rahatlık ve tatmin olmuşluk duygusu...

Başbakanımızın ve yakınlarının başı sağolsun, Allah sabırlar versin...

Oğulları ülke yönetirken, yanıbaşında olan çok anne vardır tarihimizde. Kimi bilinir, kiminin adı hatırlanırken zorluk çekilir.

Hafize Özallı resimler, haberler, gazeteler, dergiler daha tazedir. Lakin Cevriye Hanımı sorsalar bize, bilinmeyenler sayfalarına yöneliriz hafızamızın.

Rahmetli Cevriye Hanım, milli şefin annesidir. M. Şevket Eygi ağabeyin Osmanlıca bilen nesiller özel notlarını, mektuplarını Osmanlıca yazarlarken, bir İsmet Paşa yazmazdı dediği milli şef.

Süleyman Demirel başbakan, Ferruh Bozbeyli Meclis Başkanı olduğunda, "Artık rahatladım. Harf devrimi oturmuştur. Bunlar osmanlıca bilmiyorlar." diye sevinen milli şef.

Bir Çankaya çalışanının hatıralarından:

Ramazan günleri İsmet Paşa da otururdu iftar sofrasına. Sonra kalkar, yan odaya geçerdi. Annesi sanıyordu ki; akşam namazı kılacak. Eğer Cevriye Hanım, İsmet Paşanın oruç tutmadığını ve namaz kılmadığını bilseydi, onun ayaklarını kırardı. İsmet Paşa, annesinden çok korkardı.

Rahmetli Cevriye Hanımı kırardı, korkardı gibi fiillerin geçtiği bu anıda tanımış ve çok sevmiştim.

Oğullara muhalif olsak da annelerine sonsuz rahmet dilemek borcumuzdur. Mekanları cennet olsun!

Kimin atına binmişti

Bu ülkede yetişmiş, Avrupada ünlenmiş fotoğrafçı, gazetecilerin en ünlüsüdür Gökşin Sipahioğlu. Geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Sipahioğlu için tanıyan, tanımayan ve ondan haberdar olan her kalem sahibi yazdı hakkında.

Yaptıklarının ve çektiklerinin tartışılmasını/sorgulanmasını istediğim gazetecilerdendir Sipahioğlu.

6-7 Eylül olayları dolayısıyla adını çok duyduğum Sipahioğlunu Hürriyet gazetesindeki birinci sayfayı kaplayan haberleriyle tanımıştım çocukluğumda.

"Çıplaklar kampına girdik!" manşetini bir kaç gün önce atmaya başlayan Hürriyet gazetesi, günlerce (mi) tefrika etmişti Sipahioğlunun çıplaklar kampı macerasını

Görünmemesi gereken yerlerini göstermeyen kendi pozlarının yanında, bantlanmış kamp sakinleri kaplıyordu Hürriyetin birinci sayfasını. Sonra çıplaklar kampı felsefesi filan...

O günlerde de en çok satan gazete olmasına rağmen satışını artırmak için mi yayınlanmıştı/yayınlıyordu bu tür röportajları Hürriyet gazetesi

O günlerde seyyar gazete müvezzi olan ben, yani koltuğunun altındaki bir matrisin içine sıkıştırdığı gazeteleri, bağıra, çağıra caddelerde, sokaklarda, pazarlarda, tren istasyonlarında, otogarda, Sümerbank fabrikası çıkışlarında satan ben, bol resimli çıplaklar kampı haberli Hürriyetin satışının düştüğünün canlı tanığıydım.

Bayimiz Eşref ağbinin Hürriyeti açmadan satın, katlayarak satın demesine rağmen, Hürriyet almayan o esnafları, pazarcıları ve Sümerbank işçilerini çok güzel hatırlıyorum şimdi.

Sipahioğlunu en iyi anlatanlardan Güneri Ciraoğlunun yazısından bir kaç satır ile bitirelim yazımızı.

"Bana Appleın sahibinin SİPA için 40 milyon dolar teklifini hiç düşünmeden geri çevirdiğini" söyledi.

"40 milyon dolar büyür para, neden kabul etmedin" diye sordum.

Bir süre gülümseyerek yüzüme baktı ve bakın cevabı ne oldu:

"O milyonlarla ne yapacağım Ben bu işi yaparken mutlu oluyorum."

Üzerine ışık yağsın diyorlar. Biz de öyle diyelim.

Süleymansızlık ve bir iyilik

Yaşadığımız son "Devr-i Süleyman"da dünyanın neresinde üniversiteler sıralaması yayınlanırsa yayınlansın, ilk beşyüz üniversite içinde bu ülkenin hiçbir üniversitesinin adı geçmezdi.

İkinci beşyüzde ya da üçüncü beşyüzde bir Türkiye üniversitesinin adının olacağına/olabileceğine dair bir ümit kırıntısı da yoktu bu ülkenin insanlarının gönlünde.

Yedinci ya da sekizinci Devr-i Süleyman günleri idi o günler.

İngilterenin "Times Higher Education" adlı dergisinin gücü ve kapasitesi nedir bilmem. Yayınladığı dünyanın en iyi 400 üniversitesi listesinde 4 üniversitemizin adı varmış.

Bu habere, Nazlı Ilıcak hanımefendiyi çağırıp, ben kimseye kötülük yapmadım, diyen Süleyman Demirel de sevinmiştir, umarız.

"Devlet, arasıra rutin dışına çıkar!"

"Devlet, durup duruken cinayet işlemez!" vecizeleriyle icraatlarını paralellendiren bir Süleyman Demireli, üniversitelere aldırmadığı kız çocuklarına sınır ötesini gösterirken hatırlayacaklar bu ülkenin insanları.

Yakınlarına yazdırdıkları yağlı yazılarla değil..