Yeteneksizliğinin altına hangi cinse aitse o cinsin özelliklerini

koyarak değerlenmek veya değerlendirilmek isteyenlerin aksine kadın

yazar veya kadın şairler gibi uydurma tanımlar üzerinde durmayacağım.

Bana göre kadın şair veya kadın yazar yoktur; şair ya da yazar vardır.

Bir şair erkek olup kadının yazdığı gibi şiirler yazabilir, tersine,

bir şair kadın olup erkeğin yazdığı gibi yazabilir. Cinsiyet ayrımının

olmadığı ve olmasına da gerek olmayan tek alan zannederim edebiyattır.

Yalnız şu var; insanoğlu her eylediğine kendi tabiatının özelliklerini

verdiği için -ki bu edebiyatta daha fazla önem arz eder, çünkü üslup

sonuçta insanın tıynetidir- bazı kadınların yazdığında kadınsılık, bazı

erkeklerin yazdığında erkeksilik olması gayet tabiidir. Benim burada

üzerinde durmaya çalıştığım, kadının şiir ve romanda nasıl yer

aldığıdır. Yaratıcı kadın değil de yaratılan kadın üzerinde

duracağım.

Divan şiiri, Osmanlı toplumunun ve bu toplumun yaşayışının şiiridir.

Bir görkemin, özgün bir medeniyetin şiiridir. Dünyaya bakışı İslam

çerçevesindedir. Divan şiirinde kadın ulaşılmayan, ulaşılması mümkün

olmayan, kadın mı melaike mi pek belirgin olmayan özellikleriyle yer

alır. Beşeri arzunun tatmini değil uhrevi hissiyatın mahreci açısından

yaklaşılmıştır kadına. Bunun sonucunda insan olduğu da çoğu zaman

belirsiz olan kadın bir yaşayan değil de yaşamın ince dokularını

meydana getiren olarak tasarlanmıştır. Yani kadın ulaşılmak istenen

makama bir aracı olarak görülmüştür. Şu kalıp bu düşüncenin en bariz

ifadesidir; Leyladan Mevlaya ulaşmak! Divan şiirinin zirve şairi

Fuzûlînin Leyla vü Mecnununda Leyla "kara kuru" tarif edilerek insana

ait bedeni özellik yüklenmişse de etkisiyle, etrafına gösterdiği

yaşamıyla sanki insan değil bir melektir. Leylayı tahayyül ederken

hiçbir insana (daha doğrusu en iyi, en güzel insana, kusursuz olana)

benzetemeyerek kendi şahsına münhasır algılamamız onu dünyevi olmaktan

çıkarıyor. Oysa insan dünyevidir; doğruluğu yanlışlığı, güzelliği

çirkinliği mutlaka vardır; yani kusursuz ve hatasız insan tasarlamanın

mümkünü yoktur. Eğer böyle bir insandan bahsediliyorsa melaike değilse

peygamberdir. Aslında Leyla alegorisinin tasavvuf yanını dikkate alarak

düşünürsek Leyla imgesiyle Mevlaya ulaşmada aracı olan peygamber

kastedildiğini rahatça çıkarabiliriz. Divan şiirinde tasavvufî yaşayış

ve görüş hâkimdir; bir şiirde sevgili geçiyorsa bu bildiğimiz beşeri

sevgili değil kastedilen Allahtır. Divan şiirinin en büyük

özelliklerinden biri şiirde imgenin etkin bir şekilde kullanılmış

olmasıdır. Sanılanın aksine divan şiiri simge, imge ve metaforlarla

yüklü bir şiirdir. Dolayısıyla divan şiirindeki kadın unsurunu beşeri

yani insan olan kadın olarak algılamak yanlış olacaktır. Yalnız, içinde

beşeri kadın yer almış şiirler de yok değil. Ama yekûn içinde çoğunluğu

tutmuyor.

Cumhuriyet Dönemi şiirine baktığımızda; Birinci Yeni (Garip Akımı)

şiirinde kadın vesikalı yâr ya da ironi malzemesi olarak cama

tırmanılması istenen olmuştur. Orhan Veli Kanıkın Kaside isimli

şiirinin son dizeleri; "Ben sana hayran / Sen cama tırman" kadının mizah

malzemesi olarak görülmesinin kanıtıdır. Orhan Veli aslında kadından

ziyada aşkı mizah konusu yapmıştır. Orhan Velideki kadın tam da

Cumhuriyet ideolojisinin istediği gibi bir kadındır. (İkinci Yeninin en

önemli şairlerinden Cemal Süreya, 1976da Ada Yayınları tarafından

basılmış Şapkam Dolu Çiçekle isimli deneme kitabında Sevgilinin Halleri

başlıklı yazısında şiirimizde yaratılan kadın konusunu ele alıyor. Ama

söz konusu yazıda Orhan Veli Kanık geçmiyor. Yanılıyor muyum diye kitaba

tekrar baktım, yok yanılmıyorum. Neden acaba ) Resmi ideoloji kadını

somut olarak önerirken bedeni ön plana çıkararak çağdaşlığı

hedefler. Muasır medeniyet seviyesi -ki bu, devlet memurlarında

zorunlu tutulmuştur- kadının dizüstü etek giymesine indirgenmiştir.

Orhan Veli bunu Söz şiirinde; "Tak takıştır / Sür sürüştür / İnadına gel

/ Piyasa vakti / Muhallebiciye // Söz olurmuş /  Olsun / Dostum değil

misin " dizeleriyle tiye alıyor gibi görünse aslında Halid Ziya

Uşaklıgilin Aşk-ı Memnu romanındaki Batı hayranı ve taklitçisi Bihter

gibi tiye alınan değil de asıl olan yani örnek gösterilen kadını

işaret etmiştir.

Osmanlının son yıllarındaki (dolaylı bir şekilde Cumhuriyet

ideolojisi; Türkiyenin resmi ideolojisinin temelleri II. Mahmut

Döneminde atılmıştır) Batılı yaşama özenenleri alaya almak için

yaratılan roman kahramanları aslında Batılı yaşamı Türk toplumuna

tanıtarak hatta sevdirerek toplumda o hayatı yaşamaya karşı bir heves

uyandırmıştır. Örneğin Recaizade Mahmud Ekremin Araba Sevdasının

başkahramanı Bihruz Bey de Batı taklidi yaşamı alaya almak için

yaratılmış bir roman kahramanıdır. Fakat Araba Sevdası romanını okuyup

bitirdiğimizde aklımızda sadece Bihruzun kalması onun ne kadar (da)

masum olduğunu düşünmemizi sağlıyor. Kaldı ki Araba Sevdasının

yazıldığı o yılları (Tanzimat Dönemi) düşündüğümüzde romanın baş kadın

kahramanı Periveş gibi bir "sokak yosması"nı dile getirmek kastedilenin

değil de yazılanın esas alınması sonucunu doğuruyor. Böylece edebiyat

eserlerindeki okunanı tersinden algılamanın yerine okunanı doğrudan

algılama sonucu çıkıyor. Metnin yüzeyindeki anlam, derinindeki anlamı

yok ediyor. Yok etmese bile en azından hırpalamıştır. Ziynet niyeti

geçiyor yani.

(Edebiyatımızdaki -özellikle şiirimizdeki- kadın konusuna muhtelif zamanlarda devam edeceğim)