MEHMED Âkif’in sahabeden sonra en çok sevdiği kişi Felsefe Profesörü Babanzade Ahmed Naim’dir. Gerçek bir münevver olan bu İslâmcı düşünürümüz de pek çok konuda makaleler kaleme almıştır. Nitekim İslâm tarihine ve ahlâkına ilişkin aşağıdaki örnekler ilginçtir. Şöyle ki: İslâm azizlerinden Haysem oğlu Rabi bir gün namazda iken, gözünün önünde yirmi bin dirhem değerinde olan bir atı çalınmıştı. Fakat bu vaka gözünün önünde cereyan ettiği hâlde namazını bozup hırsızın peşine düşmemiş, namazı bitirdikten sonra da atını aramak ve ele geçirmek için uğraşmak da istememişti.
Haysem oğlunun bu büyük kayba uğramış olduğunu haber alan bir takım dostları koşarak ona teselli vermek için söz söylemeye başlayınca şu mukabelede bulunmuş: “O adam atımı çözerken gözlerim onu görüyordu. Fakat ben o zaman daha çok sevdiğim bir işle meşguldüm. Onun için, o işi bırakarak hırsızı kovmadım!” Bunun üzerine teselli vermeye gelenler atı çalan hırsıza beddua etmeye başlamışlar. Haysem oğlu, üstüne üstlük bunları susturmak istemiş, “Bana zulmeden bir kimse yok.” demiş ve ilave etmiş: “O adam, kendi nefsine zulmetti! Zavallı, kendine ettiği yetmiyor mu ki ben de ona zulmedeyim!” Evet, atı çözüp aşıran kimse, kendine zulmetmişti ve zulmünün cezasına mutlaka çarptırılacaktı! Daha fazlasını istemek reva mıydı
***
İkinci örnek zalim Haccac’la ilgili:
Yüksek ruhlu ve temiz terbiyeli olmakla tanınmış birinin yanında bulunan bir adam, meşhur zalim Haccac’ın zulmünden dolayı ona sövmüş ve buna mukabil şu terbiye dersini almış: “Ona sövmekte o kadar ileri gitme. Zira Cenab-ı Hak, malına, canına tecavüz ettiği kimselerden dolayı Haccac’a ceza verecektir. Fakat iş bu kadarla kalmaz. Cenab-ı Hak, Haccac’dan yana da çıkarak onun haysiyetine tecavüz edenlere de ceza verir.”
“Bir kul zulme uğrar, derken zalime o derece söver ki bu sövüşü gitgide zalimin zulmüne denk gelmekle de kalmaz, mazlumun tecavüz ettiği miktardan dolayı, zalimin ona mutalebe edilecek hakkı geçer. Ve bu artık miktar için mazlum, kısas edilir.”
İslâm dininin ruhları yükseltmek için tuttuğu hatt-ı hareketin bu kemalini, başka bir yerde görmüyoruz. İslâm dininin bütün bu beyanatı, açıkça gösteriyor ki: dinimiz, hodkâmlığı (egoism) kabul etmemiş ve diğerkâmlık (altruisme) esasını bütün beşer sınıfları arasında yaymak ve genişletmek için en dürüst yolu açmıştır. Hodkâmlığın aman vermez düşmanı olduğunu, “Düşmanlarının en zararlısı, iki yanın ortasındaki nefsindir.” hadis-i şerifi hiçbir şüpheye yer bırakmayacak surette ispat eder. Lakin şunu da ihtar etmek icap eder ki hodkâmlığı reddetmek ve diğerkâmlığı kemaline vardırmakla beraber İncil’in, “Biri sağ yanağına tokat atarsa sol yanağını da çevir.” emrini ahlâk kanunu olarak kabul etmemiştir ve kabul etmemekte isabet etmiştir. Zira bu sözün meali, külli bir kanun olmak vasıflarından mahrumdur. Böyle bir kanunun ulvi sıfatlarla vasıflanan insanlığı alçaltmasından sarfınazar edilse dahi -bütün insanlar her türlü hırslarından tecerrüt etmiş farz edilmedikçe- beşer nev’inin nizamı için faydalı sayılamaması da zaruridir. Hıristiyan milletlerden hiçbirinin de hiçbir zaman bu kanunu hareket prensibi edinmemiş olması, onun tatbik kabiliyeti olmadığının en kesin delilidir. Doğrusu şudur ki insanlar melek değildir. Melek olduklarını farz edersek, o hâlde kendilerinden bir fenalık sâdır olmasına imkân kalmayacağından, insanları iyiliğe teşvik ve kötülükten korunmayı tavsiye edecek bir ahlâk kanununa da lüzum kalmaz.
Ahlâk kanunları, insanlar içindir. Ve insanların türlü türlü mirasları ve ihtiyaçları arasında gerek kendilerinin, gerek başkalarının yönelmiş oldukları kemal gayesine aykırı düşmeyecek fiillerin ve hareketlerin bağlı olduğu külli kanunun, bütün insanlarca makul ve kabul olunmaya değer görülmesi için herhalde hepsinin müşterek fıtratına uygun olmasına bağlıdır. Bu da akıl esasına dayanmadıkça mümkün olamaz. İslâm dini, ahlâk kanununu bu esas üzerinde kurmuş, fazla olarak da bu esasın bütün beşer arasında yayılmasının bütün insanların kalbinde yaşamasının da çaresini ortaya koymuştur.”