“Bu sene hac, kurban bayramına rast geldi” diyen başlıklara alıştık.
Cehaletlerine, bilgisizliklerine güler geçeriz de.
Müslümanların da fazla bilgili oldukları söylenemez
Aslında hac eylemini ve kurban bayramını birleştiren, bir ailenin Rahman’a olan derin aşkıdır.
Bir babanın Allah’a teslimiyeti, bir annenin Rahim olana tevekkülü, bir çocuğun Cami olana koşmasıdır.
Hatıradır hac.
O hatıraların peşi sıra asırlardır gidişimizdir.
Allah’a adanan bir çocuğun kurban edilmek üzere götürüldüğünde, metin duruşu.
Eğer İsmail kurban edilse idi.
Bugün çocuklar adanacaktı Rahman’a.
Hacda saçlar bir tutam kesildiğinde; kimisi, “buna ne gerek var” diye sesli düşünmekte idi.
Hacı adayları toplumun aynası idi, her kesimden çıkıp gelmişlerdi.
Yeni örtünmüş, altmış yaşında, incecik zarif bir kafile arkadaşımız, diyet listesini tavaftan daha önemli buluyordu.
İki bisküvi bir krakerle günlük yiyeceğini tanzim ederken otelde oturmaya gelmiş gibiydi.
“Tavaf yaptık ya” deyip ertesi gün etrafta dolaşıyordu.
Tüm cehaletine karşın cüretkârdı da.
“Bu saçları niye kesiyoruz ki” dedi.
Kimseden ses çıkmadı.
Oysa vücudumuzdan en can yakmayan bir parça, es Selam’a sunulmakta.
Ne çocuk gibi candan bir parça.
Ne el, ayak, parmak gibi acıyacak bir aza.
En önemsiz bir azamız el Kuddüs’e kurban edilmekte.
Saçımız.
Tıpkı Eyyub peygamber ve eşinin durumu gibi.
Hz. Eyyub hastalandığında yanında sadece eşi vardır, bu fedakâr kadın tüm bakımını üstlenir.
Ne ki çok sabırlı bulduğu kocası sürekli Rabbine hamd etmektedir.
Oysa tam bir faciadır içinde bulundukları durum.
Artık nasıl bir sabırsızlık, isyan kırıntıları yaşadı ki.
Hz. Eyyub çok kızdı.
İyileşirse eşine yüz değnek vuracağına dair yemin etti.
İyileşti ancak bu vefalı eşine kıyamamaktadır.
Bir anlık kızgınlıkla edilen yemin, sadakat harikası eşi, karasevdalı olduğu Rahman.
Kullarına kıyamayan Mukit, bir kez daha imdada yetişir ve Rabbani şefkat ve zarafet taçlanır.
El Aziz’in kullarına olan sevdası, engin şefkati dile gelir:
“…eline bir deste (sap) al, böylece onunla vur ve andını bozma.”
Artık hurma yaprağı mı, buğday başağı mı
Ne kadar can yakabilir ki, sırf yeminden dönülmemesi için bir reçete.
Gelen ayet ipeklerden yumuşak, altınlardan değerlidir.
Kadınların dövülmemesi gerektiğine dair bir ölçüdür.
İnsandan kurban yerine saç kesimi de işte böyle bir şey.
Vücudun en can yakmayan kısmıdır, İsmail’i anımsayıp Rabbe sunduğumuz.
Hac hatıraların peşi sıra savrulmaktır çokça demiştik ya.
Kâh Hacer’in, kâh Sare’nin anılarıdır devşirdiğimiz.
Dünyalar güzeli Sare, eşi İbrahim ile bir yolculukta, Firavun’un askerleri tarafından tutuklanıp da saraya takdim edildiğinde.
Güzelliği ile sarsılan Firavun, Sare için kötü emellerini hemen uygulamak ister.
Ne ki eli havada kalır, felç olur.
Firavun anlar ki, boş insan değillerdir.
Sare Hatun’a yalvarır; “Ne olur dua et de iyileşeyim”.
“Bize dokunmayıp bırakırsan dua ederim” der Sare Hatun.
Dua ile iyileşen Firavun; aile, saraydan ayrılırken köle Hacer’i hediye eder.
Bu karizma kadın, nicedir çocuksuzluğunu düşünmektedir.
Yoksul ve gece kadar siyah köle ile eşini evlendirince çocukları olabileceğine inanır.
Ne ki hamile kaldığında deliler gibi kıskanır.
Bir gün kızgınlıkla yemin eder.
Hacer’in bir yerine kesici bir şey batıracağına dair.
Artık bıçakla mı kesecekti ama ona büyük bir zarar verecekti.
Fakat hemen pişman olmuştu bu kutlu kadın.
Konuyu açtığında, Hz. İbrahim her şeyin paylaşılabileceğini ama eşin paylaşılamayacağı durumunu çok iyi anlar.
Yol gösterir kıymetli eşine.
Bak der, “Kulak memesi pek acımaz, istersen bir halka al da, kulağına takıver”.
Yemine, can yakmayan bir çözüm daha.
Kadınların kulak küpesi.
İnsandan kurbana Rabbani çözüm de: saç, sadece saç.