Bir topluluğu ele geçirmenin, çaptan düşürmenin veya
etkisiz hale getirmenin yolu, inancına, ideallerine, hedeflerine olan
bağlılığını zayıflatmaktan geçer. Bir topluluk, kendisini var eden
amaçlarından, ideallerinden, hedeflerinden, kısaca davasından yana kuşkular
duymaya ve tavizler vermeye başlarsa, o topluluğun çaptan düşmesi de, etkisiz
hale gelmesi de normaldir artık.
Bugün, dünyanın zalim ve hakimleri, dünya üzerindeki
Müslümanlar üzerinde bu yolla çok neticeler elde ettiler. Elbette ki, bundan
nasibini alanlar arasında Türkiye de var. 1.5-2 milyarlık İslam alemi veya
75 milyonluk Türkiye diye başlayan cümleler kurarken, gelinen noktanın
vahametini de işin içine katmak ve ona göre düşünmek gerekiyor. Sayıca fazla
olmaktan çok niteliksel olarak elle tutulur bir şeylere sahip olmadıktan sonra
halimizin duman olduğunu görmek ve anlamak şart.
Müslümanlar, inandıkları, savundukları değerleri,
ilkeleri tavizsiz bir şekilde arkasında durmaz, onlar uğruna zalimlerin
karşısına dikilmezse, bütün söylenen sözlerin ve yapılan eylemlerin hava civa
hükmünde olması kaçınılmaz olacaktır. Yani, lafa gelince dünyaları yıkıp
yeniden yaparken, eyleme gelince zalimle aynı safta yer almak gibi bir şeydir
bu.
Bir topluluğun hayallerini elinden alırsanız, hayal
kurmasını engellerseniz, o topluluktan ne kalır ki geriye Ayakları yere basan,
gerçekçi bir topluluk mu, yoksa dünyanın gerçekleri kolaycılığına saplanmış
bir güruh mu Maalesef, ikincisi kalıyor geriye ve yaşayarak görmekteyiz bunu.
İnancı, ideali ve davayı hayata geçirmek için çalışmak,
pekala bir hayal dir. Ve insanlar, tarih boyunca olduğu gibi bir hayalin
peşinden koşarlar. Mevcut durumu kabullenip ona ayak uydurmaktansa, bir hayalin
peşinden gitmek daha evladır çünkü. Ancak, bir hayalin peşinden gitmek ve bunun
için çalışmak hayalcilik değildir. Hayal ile hayalcilik ayrımını yapamayan
insanlar, bunun üzerine bir an bile olsun düşünmeden hayalcilik deyip çıkarlar
işin içinden. Halbuki, geldiğimiz noktada inancını, ideallerini ve davasını,
mevcut düzene adapte etmek , uyarlamak veya uydurmak , sanki çok gerçekçi
bir tavırmış gibi sunuluyor. İnancını, idealini ve davasını savunup, o
istikamette gitmeye kalkmak ise yeldeğirmenlerine karşı savaşmakla bir
tutuluyor.
Küresel düzeyde işleyen zulüm ve sömürü çarkı,
küreselleşme şeklinde formüle ettiği sömürünün yeni şeklini veya yeni nizamı,
toplulukların, toplumların, ülkelerin hayallerini, hedeflerini törpülemek ve
kazımak için kullanıyor en başta. Ortak bir hedef , ortak bir amaç illüzyonu
ile herkesin aynı hedef için, yani dünyayı sömüren zalimlerin belirlediği
ortak hedef için çalışmasının önünü açıyor. Dünyanın küçük bir köye
dönüşmesi, tüm pazarların birbiriyle iç içe geçmesi falan boşa değil haliyle.
Böylelikle, önceden maddi kaynaklarını sömürdüğü dünyanın geri kalanını , bu
sefer de (güya) ticaretle sömürüyor. Hem yeni pazarlara mal satıp para
kazanıyor, hem de kendi ihtiyacını dünyanın herhangi bir ülkesinden daha ucuza
(uzmanlaşma sayesinde) alabiliyor. Sistem, devamlı kazanma üzerine kurulu yani.
İşleyen bu sömürü çarkına çomak sokabilme potansiyeli
veya tehlikesi gösterenleri ise hedef tahtasına oturtuyor küresel nizam. Misal,
Türkiye de merhum Erbakan Hoca, rantiyenin musluklarını kesip küresel
egemenlere avuç açmadığından ve kendi davasını bırakıp onlara yanaşmadığından
bir tehdit olarak algılandı. Sömürü ve zulüm çarkına çomak sokabilecek bir
tehdit !
Hayallerini, ideallerini ve dahi davalarını, küresel
nizama ayak uydurabilmek ve pastadan bir pay kapabilmek için gevşeten veya terk
edenler, mevcut küresel zalim nizama muhalif olmayı da rafa kaldırıyor elbette.
Dünyanın gerçekleri (misal faiz, güç, otorite) görülmeye ve elle tutulmaya başlanınca,
idealler ölüyor. Küresel sistemin en büyük kozu, dünyanın gerçekleri eliyle
kendisine tehdit olabilecekleri önce hayallerinden, ideallerinden, davalarından
alıkoymak sonra da nizama muhalif yanlarını törpülemek.
İslam aleminin çaresiz ve perişan haline bakınca,
şimdilik bunu başarmış gibiler! İşin kötüsü, içi boş övgü ve takdirleriyle
oluşturdukları kağıttan kaplanların bu durumu görmemesi ve kendilerini
nimetten saymaları.