Şiirin benim hayatımdaki yerini, “olmazsa olmaz”larla ifade edebilirim. Yakın dostlarım şiire ne kadar düşkün olduğumu bilirler. Şiir insanlık tarihiyle özdeş bir edebiyat dalıdır. Şiir üzerine derinlemesine araştırma yapanlar çok çarpıcı bilgilere ulaşırlar ki bu bilgilerde onları şiire daha çok çeker. Şiir emek ister, her şeyden önce yürek ister.

Çok kısa süre önce gece geç saatlerde telefonum çaldı. Uzun süredir görüşmediğim bir arkadaşım. “Bir buçuk yıl sonra ilk şiirimi yazdım. Sana okumak istiyorum” dedi. Bir babanın yeni doğan çocuğuna duyduğu şefkatle okudu şiirini. Vakit bir hayli geç olsa da, şiir için her şeye değerdi. Ve değmişti. Çünkü şiir hayatın öznesi ve ritmiydi.

Şiir yazmak kadar şiir konuşmak, şiiri değerlendirmekte ayrı bir ihtisas alanıdır. Şiir dünyadaki en entelektüel uğraşlardan biridir. Çalakalem, bir çırpıda akla ne gelirse yazılan şiirden bahsetmiyorum. İnsanların arasından, tarihin içinden, düşünsel birikimden ve edebiyatın puslu yollarında yürürken yazılan şiirlerden bahsediyorum. Arkadaşımın, bir buçuk yıl sonra ilk şiirini yazmasının önemi de buradan geliyor. Şiir hayatın içinden seslenmeliydi. Ve bu seslenişi duymak için bazen çok uzun yıllar geçmesi gerekiyordu.

Gece yarısı kulaklarımda tınlayan şiir, en az arkadaşım kadar beni de heyecanlandırdı. Yıllar önce yazdığım “İkilem“* adlı şiir kitabımı yeniden okudum. Ama onun ötesinde bu heyecan beni ünlü şair Mayakovski’nin dizelerine itti. Usta şairin ‘şiir’i yüreğinde hissetmeyenlere ve şairleri hafife alanlara cevap niteliği taşıyan “Şair İşçidir” şiiri çok şeyin özeti niteliğindeydi. Şair sıfatını kazanmak ve o sıfatın hakkını vermek öyle kolay bir iş değil. Heyecan gerek, ruh gerek, çile gerek, hedef gerek.

Gürcistan’da doğan Mayakosvki, bu niteliklere sahip bir şairdi. Hapishanede tanıştığı şiire ömrünü veren Mayakovski, Rusya’da yeni bir akımın doğmasına öncülük etti. 1915 yılında yayımlanan “Pantolonlu Bulut” kitabı Maksim Gorki’nin ilgisini çekti, edebiyatçılar arasında beğeni topladı. İyi bir oyun yazarı, oyuncu ve çizer olmasına rağmen şiiri tercih etti. Rus fütürizminin gelişmesine katkı sundu. Politik yönü olsa da Mayakovski’nin şiire bakışı insan temalıydı. ”Savaş ve Barış” şiiri bunun en açık örneğidir. Şiir ve oyunlarının yanı sıra “Amerika’yı keşfim” adlı bir de anı kitabı olan Mayakovski amerikan toplumunda gördüğü çarpıklıkları, ırk ayrımını anlattı. Bir dönem yazdıkları nedeniyle İngiltere’ye girmesi yasaklandı. Hayatının merkezinde şiir olan bir şairdi Mayakovski. Düşüncelerini, aşklarını, öfkesini, insanlara ve doğaya olan sevgisini şiirle anlattı. Bu yüzden dizeleri dillerden dile dolaşır oldu.

Hayatı sona ererken dahi şiire sırtını dönmedi. Şiir onu o da şiiri, birbirlerini ölürken bile yalnız bırakmadılar. ”Ölmek bu yaşamda öyle zor değil. Yaşamı kurmak daha zor” dizelerini yazan Mayakovski,1930 yılında, 37 yaşında hayata gözlerine yummak isteyen şair, incinmişti belki de kimbilir

Dünyanın neresine giderseniz gidin mutlaka Mayakovski’yi okumuş bir insan bulabilirsiniz. Şiiri hayatın merkezine koyan Mayakovski, düşlediği bir ülkede yaşayamadı belki ama, ardında önemli yapıtlar bıraktı. Yukarıda değindiğim gibi şiir aynı zamanda ruh gerektirir. Şairler duygusal insanlardır. Mayakoski’yi de şair yapan değerlerin başında duygu geliyordu. Şair arkadaşı Sergey Yesenin’in ölümüne içerlediği ve çok üzüldüğü bilinmektedir. Şiire adanan bir ömrün öyküsüdür Mayakovski’nin hayatı, yüzlerce şairinki gibi…

Şiirle yaşamış şiirle ölmüştür. Şiiri konu alan bu yazımızı isterseniz Erdem Beyazıt’ın “Diriliş Saati” şiiriyle bitirelim.

Ey bir emre hazırlanan simsiyah gecede

Karanlığı emip emip de gebe kalan

Ey her depremden sonra biraz daha doğrulan

Herkesin Veba girmiş bir şehrin hem halkı

Hem seyircisi olduğu bir günde

Ey düştüğü yerden kalkmaya hazırlanan ülke.

Her damlası bir zafer müjdecisi

Bir posta eri gibi

Yağmur yüzümüze değince

Çıkacağız yola.

Çıkacağız yola

Hesap günü gelince

Yağmur yüzümüze değince

Güneş bir mızrak boyu yükselince

Hayata ve insana dair heyecanımızın her daim canlı olması dileğiyle.