Bu köşede defalarca küresel sistemin ekonomik sömürü çarkının teorik altyapısını oluşturan Ortodoks ekonomisinin ezberleri ile Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin iktisadi açıdan ayağa kalkmasının mümkün olmadığını yazmıştık. Bunu yazarken temel gerekçelerimizden birisi Ortodoks ekonomisinin ezber politikalarının makroekonomik rakamların iyileştirilmesine odaklı olmasıydı. Yani bu politikaları uygulayarak şişirilmiş büyüme rakamları, ayarlanmış enflasyon rakamları gibi bazı göstergeleri iyileştirebilirsiniz ancak asla halka yansıyacak bir refah artışı sağlayamaz, ülkenizi gerçek anlamda kalkındıramazsınız. Ortodoks ekonomisinin ilkelerine sarsılmaz derecede bağlı olduğu için de Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in politikaları ile Türkiye ekonomisinin arzu edilen noktalara ulaşmasının mümkün olmadığını da ifade etmiştik.
Maalesef son dönemde yaşanan gelişmeler bizi haklı çıkarmaya devam ediyor. Türkiye ekonomisi son üç çeyrekte sırasıyla %2,2, %3 ve %2 oranında büyümüş görünüyor. Son yıllarda hızla tırmanan enflasyon rakamı ise TÜİK’in tartışılan verilerine göre %35,05 olarak açıklandı. Peki olumlu şekilde yorumlanan bu rakamların vatandaşa yansıması nasıl oldu? Öncelikle şunu ifade edelim ki; Temmuz ayında memur maaşlarına %15,57, emekli maaşlarına %16,67 oranında zam yapılması kesinleşti. Açıklanan verilere göre yıllık kira zam oranının %43,23 olduğu bir ortamda TÜİK’in tartışmalı enflasyon rakamlarının çok çok altında gerçekleşen bu zamlar vatandaş için ne anlam ifade ediyor? Verilere göre ülkenin çok büyük bir kesimini oluşturan ücretli çalışanlar, 2023 yılında gelirlerinin %20,6’sını gıda harcamalarına, %23,9’unu kira ödemelerine ayırırken, 2024 yılında gıda harcamalarına ayrılan oran %18,1’e düşmüş, kira giderlerine ayrılan oran ise %26 seviyesine çıkmıştır. Yani uygulanan politikalar somut olarak vatandaşın boğazından kısmasına neden olmaktadır. Bunu destekleyen bir başka veri de; açlık sınırının 26.155 TL olarak açıklandığı bir ortamda Temmuz ayında yapılacak olan zamla birlikte en düşük emekli maaşının 16.881 TL seviyesine ancak ulaşabilmiş olmasıdır. Bunun anlamı 3,7 milyon emekli açlık sınırının oldukça altında bir ücretle hayatta kalma mücadelesine mahkûm edildiğidir. Son rakamlara göre 42 milyon 150 bin kişi yani nüfusunun yarısı kredi borçlusu olan ülkemizde bireysel borçların ödenememe ve takibe düşme oranı rekor seviyelere ulaştı. Yani halk ezilmeye, borçlanmaya, ekonomik olarak güç kaybetmeye devam ediyor.
Yukarıdaki veriler küresel sömürü sisteminin ekonomik ezberlerinin bizim gibi sömürülmesi hedeflenen ülkelerde halkın refahını artırmasının mümkün olmadığını gösteren birkaç örnektir. Ancak ülkemizde sadece vatandaşın refahı bakımından değil borç stoku, istihdam oranları gibi reel göstergeler bakımından da durum hiç de iç açıcı değildir. TÜİK tarafından açıklanan istihdam verilerinde işsizler farklı başlıklar altında gizlenmiş olsa da ülkede atıl işgücü oranının %32,2 seviyesine ulaştığı saklanamamaktadır. Yani ülkenin potansiyel işgücünün üçte biri atıl, çalışmaz, üretmez vaziyettedir. Borç rakamlarına gelince orada durum daha da vahim durumdadır. En net borç verisi olarak ifade edilebilecek merkezi yönetim brüt borç stoku 11.064 milyar TL (11 trilyon 64 milyar TL) seviyesine ulaşmış durumdadır. Bu rakamın mevcut iktidarın işbaşına geldiği Kasım 2022 tarihinden bugüne 45,7 kat, son 10 yılda ise 16,6 kat arttığını ifade edersek gelinen noktanın ne kadar korkutucu olduğu daha net anlaşılır. 11.064 milyar TL olan toplam borcun yaklaşık %60’ının döviz cinsinden borç olduğunu da ifade edersek tablo daha da vahim bir hal alabilir. Bu sonuçlar elbette bizim için sürpriz değildir. Mevcut bakan yönetime ilk geldiği dönemde bu köşede bu sonuçların ortaya çıkacağını öngörmüştük. Halkın ekonomi pastasından aldığı payı sürekli daraltan, mevcut borçların en azından faizlerini ödeyebilmek için sürekli vergi artışı ile vatandaşın sırtındaki yükü artıran, ekonomi politikası yeni borçlar bulma üzerine kurulu bir anlayışın bundan başka bir sonuç vermesi zaten beklenemez. Bu kadar mevcut olumsuz tabloyu ortaya koyduktan sonra tekrar tekrar ifade etmek sterim ki; bu olumsuz tabloya rağmen ülkemiz o kadar büyük bir potansiyele sahiptir ki, Türkiye ekonomisi doğru bir yaklaşımla iki yılda düzlüğe çıkabilir. Tabii küresel sömürü sisteminin tahsildarlığına soyunmuş bu anlayış değişirse….