Türkiye Müslümanları olarak Türkiye'nin İslam dünyası açısından önemini ifade ederken, "Türkiye, İslam dünyasının umududur" cümlesi ile başlayan ifadeler kullanıyoruz. Elbette Türkiye, sahip olduğu tarihi misyon ve potansiyel nedeniyle İslam dünyasının en önemli parçalarından bir tanesidir. Zaten tartışacağımız konu da bununla bağlantılı değil. Mesele şu ki; umut olduğunu iddia ettiğimiz Türkiye Müslümanları olarak maalesef kendimiz verdiğimiz mücadeleye ilişkin bir umut taşımıyor hale geldik. Bu durum üzülerek ifade edelim ki; Filistin istisnasını bir kenara bırakırsak İslam dünyasındaki birçok toplum için de geçerli. Sadece mücadeleleri ile İslam dünyasına örnek olan Filistinliler, bu süreçte inançlarının ve davalarının gereğince neticeyi Allah'a bırakarak umutla mücadele ediyorlar. İslam dünyasının diğer bölgelerindeki Müslümanların ekseriyeti ve özellikle bizim için ise bunun tam tersi bir durum söz konusudur. Verdiğimiz mücadelenin ucundan tutarak içerisinde yer almaya çalışırken mücadelenin neticesi ile ilgili bir umutsuzluk girdabının içindeyiz. Tabii ki bunu yazınca “Sefer bizden, zafer Allah’tandır. Biz netice ile ilgili sonucu düşünmek zorunda değiliz” şeklinde bir itiraz gelebilir. Tabii ki bu bakış açısı doğrudur. Ancak birincisi bu ifade aslında umudun ta kendisidir ve burada kastedilen sefer için yapılması gereken ne varsa onu yaptıktan sonra neticeyi Allah (C.C.) verecektir. İkincisi ise burada kastedilen umut, bizim bireysel olarak mücadelemizin neticesini beklemek ve görmek talebimizle ilgili değil, inancımız ve davamızın neticede muzaffer olacağına ilişkin umuttur.
Bugün dünyadaki tabloya baktığımızda kabul edelim ki durum pek bir iç açıcı değildir. Maalesef şer amaçlar uğruna mücadele eden küresel güçler insanlığı felakete götürecek planlar yapmakta ve bu planları bir bir hayata geçirmektedir. Üstelik İslam dünyası olarak içinde bulunduğumuz sadece coğrafi değil, aynı zamanda fikri temelli parçalanma bu planları önleyecek bir karşı duruşu çok daha zor hale getirmektedir. Ancak umut, şartların, fiili durumun olumlu ya da olumsuz olması ile ilişkili değildir. En zor zamanda bile yapılması gerekeni yapıp neticeyi Allah'tan beklemekle ilgilidir. Bu konuda örnek olabilecek bir örnek duruşu Bosna Hersek'i ziyaret ettiğimizde oradaki kardeşlerimizden dinlemiştim. Bosna Hersek'te Sırplarla verilen savaşın en zor ve Boşnakların aleyhine gittiği bir dönemde Sırp bir komutan, Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç'in telsiz frekansına girerek, "Aliya, boşuna mücadele etmeyin. Hepinizi yok edeceğiz ve zafer bizim olacak" der. Bilge Kral, "Buna ancak gülerim" cevabını verir ve Sırp komutan neden güldüğünü sorunca Bilge Kral, "Kafanı kaldır ve gökyüzüne bak. Orada ne görüyorsun? Hilal var değil mi? Ne zaman oradan hilal gider, haç gelir siz ancak o zaman galip gelebilirsiniz" cevabını verir. Boşnaklar arasında efsane olarak dolaşan bu diyalog, bizim yaptığımız mücadelenin neticesi ile ilgili sahip olmamız gereken bakış açısını ortaya koyan güzel bir örnektir. Şartlar ne olursa olsun biz üzerimize düşeni yaptıktan sonra, Allah vaadini gerçekleştirecek, bize yardım, edecek ve bizi neticeye ulaştıracaktır.
Tabii burada kastedilen umut, mücadeleden, üzerimize düşeni yapmaktan bağımsız bir umut değildir. Aslında umutsuzluğa kapılmamızın temel sebebi de burada yatmaktadır. Bizler kendi muhasebemizi yaptığımız zaman mücadelemizin neticeye ulaşması ve Allah'ın yardımını umabilmemiz için gerekli olan gayreti göstermediğimizi görüyoruz. Bu durum da bizi umutsuzluğa sürükleyen en önemli etken oluyor. Yani gayret eksikliğiniz bizi umutsuzluğa sürüklerken, umutsuzluk hissine kapılmamız da gayretimizin daha da azalmasına neden olabiliyor. Yani kendimizi sınırlayan bir kısır döngü içindeyiz. Şartların ve koşulların Allah'a (C.C.) râm olduğunu her an göz önünde bulundurmak ve kendi üzerimize düşeni yapmak bizi bu kısır döngüden kurtarabilecek en önemli anahtardır. Allah (C.C.), mücadelesiyle kendi umudunu kendi hayatta tutanlardan eylesin.