Sosyolojik ve tarihsel olarak incelendiğinde coğrafyamızda bir kurum olarak devlete büyük önem verildiği görülecektir. Medeniyet değerlerimize göre bir yandan devlet çok önemli, hatta kutsal olarak görülürken, diğer yandan devletin var olma gayesinin insanı yaşatma, insanın saadetini tesis etme olduğuna inanılmıştır. Büyük Müslüman düşünür İbn-i Haldun, devletin var olma amacının insanların refah ve adalet içerisinde yaşamalarını sağlayacak ortamı tesis etmek olduğunu ifade etmiştir. Bunun için de devletin gücü ve otoriteye sahip olması gerektiği ifade edilmiştir. Ancak bu güç ve otoritenin temel hedefi devletin tahakkümünü, yöneticilerin saltanatını sürdürmek değil, insana hizmet etmektir. "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın" şeklinde ifade edilen anlayış, bunun tezahürüdür. Yani devlet, halkının refahını korumak adına adaletle hükmetmek ve bunu sağlayabilmek için gerekli otoriteye sahip olmak, o otoriteyi korumak durumundadır. Toplumun mutluluk ve talih anlamındaki devlete ulaşması ancak bu şekilde mümkün olabilir.

Bugün devleti yönetenlerin son dönemde altına imza attıkları icraatlar, hayata geçirdikleri uygulamaları yukarıda ifade edilen ve devlet yönetiminin sahip olması gereken anlayış bağlamında değerlendirdiğimizde bir uyuşmazlık göze çarpmaktadır. Yukarıda ilk olarak devletin toplumun refah ve adalet içerisinde yaşamasını sağlama fonksiyonundan bahsedilmiştir. Bu bağlamda devletin kötü yönetimin ekonomik sonuçlarını vatandaşa ödetecek şekilde geniş halk kesimlerini ağır vergi ve zam yüküyle karşı karşıya bırakması hem adaletle hem de refah anlayışı ile bağdaşmaz. Devlet, kanunlara ve ahlaki normları uyan vatandaşlarının refah ve güvenliğini sağlamak, kanunlara uymayan ve topluma zarar verenlere engel olmak durumundadır. Bu nedenle devletin onlarca kez suça karışmış insanların yanlış ceza ve infaz kanunları nedeniyle sokaklarda özgür bir şekilde dolaşıp yeni suçlar işlemesine müsaade etmesi kabul edilebilecek bir durum değildir. Devlet, insan için vardır ve devleti yönetenler toplumu temsil ederler. Ancak bireyler adına adaleti ortadan kaldıracak kararlar verme hakkı ve yetkisine sahip değildirler. Dolayısıyla devleti yönetenler bireye karşı işlenen suçları o birinin rızası olmadan affetme yetkisine sahip değildir. Bu adalet anlayışının zedelenmesine ve toplumda her bireyin kendine adaletinin peşinde koşacak duruma gelmesine neden olur. Bu da anarşiyi önlemesi gereken devletin, bizzat anarşiyi doğuracak ortamı oluşturması anlamına gelir. Diğer taraftan devletin ihtiyaç duyulan adalet ortamını tesis edebilmesi için otoritesini koruması, toplumdaki hiçbir gücün ve ihtiyaç sahibinin bu otoriteyi tartışacak ortamı oluşturmasına izin vermemesi gerekir. Bir kulüp başkanının uyuşturucu operasyonu çerçevesinde gözaltına alınması sonrası birilerinin çıkıp devlete parmak sallamasına müsaade etmek, devletin var oluş amacının tartışılmasına neden olur. Kiminin taraftar sayısı üzerinden, kiminin ailesinin gücü üzerinden, kiminin ekonomik imkânları üzerinden ayrıcalık ve imtiyaz sahibi olmayıp beklemesi, devlete olan güvenin azalmasına ve hukukun işlevsiz olduğu bir düzen oluşmasına neden olabilir.

Bugün toplum olarak yaşadığımız problemlerin temel nedenlerinden bir tanesi de devletin yukarıda ifade ettiğimiz anlamda devlet olma davranışı göstermiyor olmasıdır. Zira devletin işlevini yapmadığı bir toplumda hukuk işlevsiz kalır ve anarşi doğar. Mevcut durum devlet aklının terk edilmesi nedeniyle bu noktaya ulaşmıştır. Oysa yönetimler değişirken devlet aklının baki kalması gerekirdi. Bu nedenle bugün ülkede yönetimin değişmesinden ziyade devlet aklının yeniden işlevini yapacak hale getirilmesine ihtiyaç vardır. Devlet aklının hâkim kılınması ile birlikte devletin yukarıda ilk paragrafta ifade edilen amaç ve ilkeler doğrultusunda hareket edebilir hale getirilmesi gerekir. Devlet için asıl beka sorunu bence burada saklıdır.