Tarih bazen bize kendimizi kontrol etme imkânı verir. Ferdi olarak ve toplumsal olarak bir bilanço çıkarmaya sevk eder. Çünkü kritik eşiklerde ne durumdayız, bu sürece nasıl giriyoruz bunu bilmek mecburiyeti doğar. Bugün hem ferdi olarak hem de toplumsal olarak çok büyük bir dönemece giriyoruz. Birlikte yaşama kabiliyetimizi kaybetmeye başladığımız günden itibaren içine düştüğümüz, düşürüldüğümüz bir takım kırılmalar; dilimizi, kalbimizi katılaştırırken aynı zamanda kan ve gözyaşı ile algımız üzerine yeni bir hat çekme girişimi bunun en büyük göstergesidir. 7 Haziran’dan buyana yaşadığımız kara bir mizah gibi ama bedeli yüzlerce cana mal olan kötü bir mizah. 1 Kasım yeni bir oyun için senaristlerin iş başında olduğu ve yeni senaryolar için topluma silahlar yönlendirmiş durumda. Bu bakımda kısa bir sürede sonuç almak için etkili bir algı operasyonuna hazır olmak lazım. Çünkü yaşanılan süreçteki hiçbir merhale tesadüf değil.

1 Kasım’a kadar her gün yeni bir oyun sahneye konacak ve toplum olarak o duygudan bu duyguya savrulup sonunda ya senaristlerin istediği istikrara (sürekli aldanma hali) kavuşacağız ya da kendimizi bu oyunun dışında tutup irademizi anket şirketlerinin elinden alacağız. Çünkü insan Kur’an’a göre yaratılmışların en üstünü olan bir varlıktır. Bu bakımdan akleden, işiten, gören, anlamlandıran ve bunlarla bir dünya kurabilendir. Bu bakımdan insanın ahlaki olarak iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayırma meziyeti devreye girdiğinde bu algı operasyonları boşa çıkacak ve huzurumuzu kim aldıysa hangi bedelle geri vereceğini bizim görmemiz gerekiyor. Bize geldiklerinde onlara soralım bize vadettiğiniz huzur ve istikrarın karşılığında bizden ne aldınız, ne almak istiyorsunuz Günlük yaşantımıza sükûneti getireceklerini iddia edenler bizim hakikatle bağlantımızı kesip, yerine bizi uyutacak, uyuşturacak bir takım günlük sakızlar vereceklerse buna karşı bir tavır koymak ve tarihi bir sorumluluğu yerine getirmek en büyük işimiz olacak. Eğer bu basit oyunda kaybeden yine halk olacaksa, kardeşlik kaybedecekse sarayın kardeşleri kazanacaksa bu seçimde de bizim irademiz değil, saray kazanacaktır. Üç otuz menfaate kapı kulu olmuş trollerin bu yangın umurlarında mıdır Ya da deri koltuklarda, makamlarda, ihalelerde, devlet dairelerinde emekleri gasp edenlerin, hak hukuk gözetmeyenlerin pek umurunda da olmaz.

Her süreç bize kaybettiriyor. Toplum olarak en büyük meziyetlerimizi yitiriyoruz. Birlikte yaşama kabiliyetimizi, ahlaki kabiliyetimizi, değerli olarak elimizde ne varsa onların hepsini yitiriyoruz. Şayet önümüzde duran gerçek hakikate uygunsa yaptıklarımız kıymetli ve doğrudur yok değilse o zaman yaptıklarımız kayıp sonucu da hüsrandır. Eğer gerçekle yüzleşmek istiyorsak soruları doğru yere sormamız gerekiyor. Çünkü sorular sorarak hakikate açılabiliriz. Hakikate açılan birini hiçbir ücret satın alamaz, hiçbir operasyon karşılık bulamaz. Ne anketler ne yüzdelik dilimler etkiler. Eğer gerçekten inan bir adam bütün hakikati tek başına açığa çıkarabilir. Bugün inanç eksikliği istikrara köle ediyorsa başlangıç noktasını, varlık nedenini kontrol etmek gerekir. Çünkü inanç tekeden süt çıkarır. Bu bir aforizma, slogan değildir. Yeter ki bir kez inançla adımını at, gerçek manada teslim ol ve sebeplere samimiyetle sarıl okyanusların ikiye bölünüşü, ateşin gül oluşu seni bulacaktır. Sen yeter ki o ipe sımsıkı sarıl ve biraz terle. Gün doğmadan bak neler doğacak. Hoşça bakın zatınıza…

“…içinde yaşadığımız zaman, ruhlarımıza, zaman içinde kazanılmış deneyimler olarak yerleşmektedir.” (Tarkovski, A)

Taş Gemi

“Muhabbet bağında bir gül açıldı

Bir derdim var bin dermana değişmem

Yüküm lal-i gevher mercan saçarım

Bir derdim var bin dermana değişmem

Cemi kuşlar dile gelir yazım der

Gövel turnam Şam’dan gelir güzüm der

Benim yarelerim tuzum tuzum der

Bir derdim var bin dermana değişmem

(Şah Hatayi, Muhabbet Bağında Not: Erkan Oğur’dan dinlenebilir. Bir derdi olan adamlara, yeni bir dünya düşleyenlere. Düşünün delisi olanlara, yarasına tuz basıp yürüyenlere, tımarhanelik bir derde giriftar olanlara…)

Bize Kadar

1-Saadet bu ülkenin aklıselimi, vicdanı ve dahası vasatıdır. Saadetsiz Milli Görüş, olmaz.

2-Saadet ancak isteyene verilir. Saadetsiz saadet olmaz.

3-Saadet bir ütopya değil, şehrin bir ucundan koşarak gelen adamların gayesidir.

4-Saadet ince hesapların yeri değil, kalbin ve kararın adresidir.

5-Saadet bana ne dünya gerçeklerinden, konjonktürden diyebilmenin adresidir.

6-Saadet verili iktisadi düzenlere sistemlere; kapitalizme, emperyalizme, sosyalizme ve bilimum ifsat hareketlerine karşı Allah böyle istiyor diyebilmenin adresidir.

7-Saadet bir kimliktir; Hidayet, Feraset, Dirayet kalkanları ile hareket eder. İnanç ve Ahlak hareketidir. Kardeşi için yaşayanların evidir. Uydurma saray değildir. Kukla barındırmaz. Kir tutmaz. Tertemiz bir yoldur, yürüyebilene…

8-Saadet dünyanın en güzel yeridir, yaşayana…

Dağarcık

Gitmediğimiz Yer Bizim Değildir

MSP dönemi, Ege’de teşkilatlanma çok ağır işliyor. Teşkilat olarak en zorlu arazi olan Ege’de bir seferberlik yapılıyor. Teşkilatlanmada ivme kazanılıyor. Merhum Erbakan Hoca, bölge toplantısı yapmak üzere yola koyuluyor. Aydın’dan İzmir’e doğru toplantı için gidilirken yol kenarındaki uzak bir tepede ışık huzmesi görünmektedir. Rahmetli Erbakan Hoca, şoföre “o ışığın olduğu tepeye sürmesini” söyler. Şoför önce bir anlık duraklamanın ardından ışığın geldiği tepeye doğru aracı sürer. Işığın olduğu yere vardıklarında bir su deposu görürler. Depoda bir bekçi ve bekçinin eşi bulunmaktadır. Karşılarında hocayı gören çift şaşırır. Hoca onlara 1- 1,5 saat boyunca Milli Görüşü, MSP’yi anlatır. Sonra tekrar yola koyulurlar. Ertesi gün toplantı salonu dolup taşmaktadır. Hoca illeri tek tek kaldırır. Teşkilatların kurulmuş olması ve toplantının katılımı hocayı neşelendirmiştir. Hocanın koruması Adil Bey, gelir ve hocanın kulağına “efendim, dünkü bekçi ve eşi salondalar” der. Hoca tebessümle döner ve bir davayı tırnakları ile kazıya kazıya, ilmek ilmek ören bir lider olarak “ Adil beyciğim, gitmediğimiz yer bizim değildir” der. Adil bey, bir müddet nemli gözlerle uzağa daldı, sanki tekrar o günlere gitmişti. Adil bey, ayrıldıktan sonra şöyle bir baktım da bugünler o günlerden çokta farklı değil, dağdaki bir tek insan dahi olsa gitmek durumundayız. Bütün hanelerin kapısını çalmalı ve yeniden aşkla heyecanla anlatmanın, yorulmanın, gitmenin iyileştirici bereketine teslim olmalıyız. Duran, konuşan ve sadece tespit yapma hastalığından kurtuluruz. Hocayı anlamakta onun gibi çalışmaktan geçer, değil mi El sıkmak, gönül yapmak; sosyal medyadan küfür edip, ahkâm kesmekten daha hayırlıdır. O gün de bir adam bulmak için yollara düşülüyordu, bugün de… Aradaki tek fark o gün Milli Görüşçü yoktu, bugün Milli Görüşçüden geçilmiyor. Demek ki Saadetsiz  Milli Görüş olmuyor. Olduğu zannedilen şey ise sadece vehimdir, kuruntudur.