Görmekle bakmak arasında ince bir nüans vardır. Bakmak görme alanınıza giren kişi, olay ya da nesneleri resmedip belleğinize aktarmanızdır, bakmak ise görmenin ötesine geçmek ve denizin derinliklerine inebilmektir. Denizin yüzeyine baktığınızda sadece gök mavisi suları görürsünüz derinliklere doğru indiğinizde ise burada yaşayan canlılarla tanışır ve her canlının mucizevî bir güç olduğunu fark edersiniz. Görmek fotoğrafın zahiri ile ilgilidir, bakmak ise denizin dibini ve buradaki hikmeti görebilmektir.
Gün içinde karşılaştığınız insanlar, olaylar, nesneler farkında olmadan belleğinize aktarılır ve doğal bir düzenekle resmedilir. Zira göz dünyaya açılan bir penceredir ve hemen her an, her dakika onlarca olayla karşılaşırsınız, kalabalıklara dalar, araçlara biner ve hayatın akışına uyum sağlarsınız. Karşılaştığınız bir insanı, bir olayı tanımak ve anlamak istediğinizde ise denizin derinliklerine iner ve buradaki zengin şehre ulaşırsınız.
Eğitimci bir arkadaşım, işe giderken üç yıl boyunca her sabah altmışlı yaşlarda bir kadınla yan yana yürüdüğünü ifade etmiş ve onun kim olduğunu hiç düşünmediğini belirtmişti. Bir gün kadının yere sert bir şekilde düştüğünü ve ona yardımcı olmak için hamle yaptığında kadının kendisini ittirip kalktığını anlatmış ve üç yıl sonra ilk defa onun kim olduğunu, ilerlemiş yaşına rağmen neden çalışmak zorunda kaldığını düşünüp çıkarımlarda bulunduğunu ifade etmişti. Arkadaşım kadının ilk defa farkına vardığını ve ona olan hürmetinin arttığını belirtmişti.
Altmış yaşında bir kadın sabah vakti neden düşerdi yollara? Yalnız mıydı? Etrafında destek alabileceği kimse yok muydu? Nerede yaşıyordu? Nasıl bir hayat sürüyordu? Altmış yaşında yürümekte dahi güçlük çeken bir kadın hangi işi icra ediyordu? Arkadaşım ilk defa kadını anlamaya ve tanımaya çalışmış ve ona bakışı değişmişti. Artık onu hareket eden bir canlı olarak değil rızık peşinde koşan bir insan olarak görüyor ve hürmet ediyordu.
Eğer gördüğümüz kişi ya da nesnelerin iç dünyalarına ulaşabilmiş olsaydık toprağın onlarca canlı türünü besleyen bir değer olmasının ötesinde anlamlar taşıdığını fark edip hürmet gösterirdik. Ağacın yeşilden ibaret olmadığını kavrayabilir, göklerde dalgalanan kuşların sevginin tüm renklerini taşıdığını fark edebilirdik.
Göz dünyaya açılan bir penceredir ve bu pencereyi açtığımızda tüm renkleri, doğayı, insanı görebiliyoruz ama görmenin ötesine geçebilmek için bilgiye ve ruh inceliğine ihtiyaç duyarız. Zira bakmak ruhsal olgunluğu ve vicdani hassasiyeti gerekli kılıyor ki, bunun için zamanın tenceresinde pişmiş olmamız lazım.
Çağımızın en büyük sorunlarından biridir körleşme… Acıyı, savaşı, zulmü görüyoruz fakat yürekleri acıtan sızıyı hissedemiyor ve sokaklara kadar taşan şiddet görüntülerini bir filmden alıntılanmış kesitler gibi izleyip geçiştiriyoruz. Zira başta da dediğim gibi fotoğrafın yüzeyine bakmakla arka tarafını okuyabilmek aynı değildir.