“BOP saldırılarını” sadece Gaziantep ile sınırlı tutmak elbette doğru olmaz. En azından son bir hafta içerisinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu ağırlıklı terör eylemlerindeki artış ortada. Üstelik, bu Gaziantep açısından da bir ilk değil. “Peki, o zaman bu patlamayı, terör saldırısını diğerlerinden farklı kılan ne?

Lafı hiç uzatmadan söyleyeyim: Zamanlama, “sistematik aktör/araç karmaşası”, hedefin (Gaziantep) taşıdığı özellikler ve bu hedef üzerinden Ankara’ya verilmek istenilen gözdağı ve “önemli bir ziyaret” öncesi mesajlar. Nasıl mı? Adım adım gidelim...

Türkiye 15 Temmuz sonrası iç ve dış politika bağlamında hızlı bir yeniden yapılandırma, “devlet inşa” sürecine girmiş vaziyette. Krizi fırsata çeviren Ankara, eskiyi yıkarken, hızlı bir şekilde yeniyi inşa ediyor. Bunu yaparken de sistemin işleyişinde, başta “güvenlik” olmak üzere, herhangi bir zafiyetin, boşluğun oluşmamasına büyük bir ihtimam gösteriyor. Bunun için de adım adım gidiyor, hedefini sınırlı tutuyor.

Bundan ötürü, devlet inşa sürecinin en hassas karın boşluğunu “güvenlik” oluşturuyor. Çünkü yeniden yapılandırma kadar, milletin bu süreçte devlete olan güveninin yolu buradan geçiyor. Dolayısıyla güvenlik, sürecin temel omurgası. O çöktü mü, sadece sürecin kendisi değil, ülke enkaz altında kalabilir; Suriye, Irak, Afganistan ve Libya örneklerinde görüldüğü üzere...

Hiç kuşkusuz, fazlasıyla hassas ve kırılgan bir durum arz eden bu hususun Batı da farkında. Bu noktada son dönemde Türkleri, Kürtleri, Arapları, Sünni ve Alevi kesimleri karşı karşıya getirme potansiyeli yüksek olan şehirlerin hedef alınmaya başlaması bir tesadüf olarak nitelendirilemez. Türkiye’nin sinir uçlarına operasyon çekilmek suretiyle, buralar üzerinden devlet adeta felç edilmeye çalışılıyor.

Dolayısıyla, kim ne derse desin, Gaziantep’teki bombaların öncelikli hedefi yeni devlet inşa süreci, yani “Yeni Türkiye”dir. 15 Temmuz sonrası hız kazanan sürecin bir an önce durdurulması ve eski kodlarına dönmesi istenilmektedir.

“Milli İrade” Hedefte...

Bombalı eylemlerin bir diğer hedefi ise, hiç kuşkusuz “Yeni Türkiye” sürecinin gerçek mimarları, kahramanları olan halktır. Tek bayrak altında tek devlet ve tek ülke için canlarını feda edebildikleri bir kez daha test edilen bu halka yönelik doğrudan saldırıların bir sonuç getiremeyeceğini gören emperyalizm, bir kez daha tefrika sokmak suretiyle “15 Temmuz Ruhu”nu sabote etmek istemektedir.

15 Temmuz’da doğrudan devleti hedef alan girişimin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine bu sefer tekrar halk hedef alınmaya başlanmıştır. Devlet karşısında acziyet içine düşen terör örgütleri ve arkalarındaki güç, daha savunmasız bir durumda olan halka yönelmiştir.

Dolayısıyla hedef, tercihini devletten, milli birlik ve beraberlikten yana kullanan toplumun sağduyusudur. Derin Dünya Devleti, “Milli İrade”yi açıktan hedef almaktadır. Bu iradeye diz çöktürmedikçe, “Yeni Türkiye”yi teslim alamayacağının farkındadır.

Bombalı eylem sonrası baş gösteren bazı gelişmeler, bu stratejiyi teyit etmektedir. Eylemin gerçekleştirildiği düğün sahiplerinin ideolojik kimliği noktasında ortaya konulan iddialar ve hemen akabinde Türk bayrağını da hedef alan bir takım gelişmeler, söz konusu saldırının arkasındaki gerçek failleri ve bu eylemin hedefini ortaya koyması açısından önemlidir.

Dolayısıyla, “Yeni Türkiye” sürecinin 15 Temmuz itibarıyla söylemden eyleme dönüşen ve rüştünü ispatlayan milli irade desteği bundan sonraki süreçte daha yoğun bir şekilde hedef olacağa benzemektedir. Çünkü, bu irade var olduğu sürece emperyalizm  kullandığı bir çok aracın tabela olmaktan öte bir anlam taşımadığını görmüştür.

Daha somut bir ifadeyle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden yana tavır koyan bir milli irade olduğu sürece PKK, DAEŞ/IŞİD vb. etnik-mezhepsel temelli terör yapılanmaları üzerinden bir sonuç elde edemeyeceğini emperyalizm anlamış bulunmaktadır. Dolayısıyla, bu saldırı sonrası alınacak ilk tedbir, “Yeni Türkiye” ile “Milli İrade” arasındaki o ruhun korunmasına yönelik olmalıdır.

“Bizim Oğlanlara Dokunma” Mesajı mı?

15 Temmuz İhanet Darbesi sonrası ülkede başlatılan radikal süreç, özellikle Batı’yı rahatsız ediyor. Daha somut bir ifadeyle, “Yeni Türkiye”nin içinde gerçekleştirdiği “kılcal damarlara” kadar uzanan çok boyutlu “temizlik”, dezenfektasyon operasyonları başta ABD ve NATO ikilisi olmak üzere Batı cenahında bir panik havasına yol açmış durumda.

“Yeni Türkiye” sürecinin Batı ile olan ilişkilerinde başta NATO ve AB olmak üzere, kurumsal bazda başlattığı sorgulama-tartışma sürecinin değerler, ideoloji ve araçlar bağlamında geldiği nokta ve buna kamuoyunun verdiği destek, hiç kuşkusuz son 200 yıllık kâbusu/korkusu ile karşı karşıya kalması ile eşdeğer.

ABD’nin araçlar bağlamında 15 Temmuz ile birlikte Türkiye içinde “Bizim Oğlanlar” diye nitelendirdiği kesimi kaybetmeye başlaması, bunlar üzerinden yürüttüğü projeyi de büyük bir riske sokmuş durumda. Hiç kuşkusuz ABD, etkin/kullanışlı araç olmadan hiç bir stratejinin politik hedefleri gerçekleştiremeyeceğinin, bir diğer ifadeyle stratejinin başlı başına “sihirli bir değnek” olamayacağının farkında.

Dolayısıyla, bu saldırılar ile birlikte Türkiye’ye verilen mesajlardan üçüncüsü “bizim oğlanlara dokunma” şeklinde karşımıza çıkıyor.

Peki, mesajlar bununla sınırlı mı? Elbette hayır. Sınırlı olmadığını ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın Türkiye ziyaretinde göreceğiz. Biden, muhtemelen Türkiye’ye bir iç savaştan kurtulmak istiyorsan, gel bizimle işbirliğine devam et mesajını verecek. Bombalar da, bu teklifin bir parçası gibi duruyor...