Atasözlerimize göre “rüzgâr ekenler” ne biçerdi?

“Fırtına biçerlerdi” değil mi?

Şimdi aynen öyle olmuyor mu?

Siyasette “kutuplaştırıcı ve kamplaştırıcı” söylemleriyle “rüzgâr ekenler” şimdilerde “fırtına biçmeye” başladılar.

Siyasetin tavanına “kutuplaştırıcı ve kamplaştırıcı” söylemler hâkim olunca siyasetin tabanında “fırtınalar yeşermeye” başladı!

Siyasetin tavanında kendileri gibi düşünmeyenleri yani farklı düşünenleri “hain” olarak görme başlayınca siyasetin tabanına bu çirkin düşünce yerleşti!

İşte sırf bu nedenle siyaseten kendisi gibi düşünmeyen birini camide görünce “senin burada ne işin var” diye soruluyor.

İşte sırf bu nedenle siyaseten kendisi gibi düşünmeyenlerin camilerde mevlit okutturduktan sonra yine camilere ait mekânlarda yemek vermelerine izin verilmek istenmiyor.

Yani siyasetin tavanına hâkim olan kutuplaştırıcı ve kamplaştırıcı anlayış siyasetin tabanında çok daha acımasızlaşıyor!

Birbirlerini kucaklaması gerekenler adeta birbirleriyle kanlı bıçaklı bir hale geliyorlar.

Oysa bizim değer yargılarımız birbirimize karşı düşmanca değil dostça davranmamızı istiyor.

Birbirimizin ayıplarımızı araştırmayı ve onları teşhir etmeyi yasaklarken birbirimizin ayıplarını örtmeye teşvik ediyor.

Şimdi bunun tam aksi yapılıyor!

Sanki ya bizim gibi düşünürsünüz ya da düşman muamelesi görürsünüz deniliyor!

Bu gidişatın “hayra alamet” bir gidişat olduğunu söylemek elbette mümkün değil!

Siyasetin tavanındaki sertlik bir şekilde tolere edilebilir ama siyasetin tabanına yayılan bir sertlik çok büyük sıkıntılara yol açabilir.

Ve önüne geçmek her zaman kolay olmayabilir.

Siyasetin tabanında yaşanacak gerilimlerin faturası tahmin edilenden çok daha farklı olabilir.

Evet, siyasetin tavanında ekilen rüzgârlar siyasetin tabanında fırtına olarak yeşermeye başladı.

Bugünlerde bir önlem alınamazsa yarın çok geç kalmış olmaktan endişe ederiz.

Kutuplaştırıcı ve kamplaştırıcı siyaset bir dönem prim yapmış olabilir ama bugünlerde çok farklı sonuçlar doğurmaya gebe görünüyor.