İktidara yakın çevreler ülkede ekonomik kriz olmadığı şeklinde savunma yaparken toplumun yüksek tüketim alışkanlığının devam etmesine ilişkin argümana sıklıkla başvurmaktadır. Neredeyse her gün sosyal medyada bir trol hesaptan kriz varsa bu tüketim neden aynı hızla devam ediyor şeklinde paylaşımlar gelmektedir. Bu paylaşımlarda dolu olan kafeler, tatil yerleri, hizmet sektöründe faaliyet gösteren mekânlardaki görüntüler paylaşılarak aslında ülkede geniş kitleleri etkileyen bir kriz olmadığı savunması yapılmaktadır. Ekonomik krizin en yoğun şekilde yaşandığı Venezuela gibi ülkelerde dahi toplumun belirli bir kesiminin tüketim alışkanlığını aynı şekilde devam ettirebildiği, yani bir ülkede ekonomik kriz olmasının tüketimin belirli düzeyde devam etmesine engel olmadığı gerçeğini bir yana bırakırsak, kanaatimce ülkemizdeki tüketimin aynı düzeyde devam etmesi ile ilgili üç temel neden ifade edilebilir.

Birinci neden toplumun değişen tüketim alışkanlıkları ile ilgilidir. 2002 yılı sonrasında uygulanan ekonomi politikalarının ekonomik sonuçları olduğu gibi olumsuz sosyal sonuçları da olmuştur. Kredi kullanımının yaygınlaştırılması, üretim karşılığı verilmesi gereken desteklerin üretim olmadan doğrudan verilmesi, toplumun borçlanarak tüketmeye alıştırılması vb. etkenlerin sonucu olarak toplumumuz üretmeden tüketme alışkanlığı olan tüketim toplumuna dönüştürülmüştür. Üretmeden tüketme alışkanlığının sonucu olarak bugün toplam hane halkı borcu 1 trilyon liranın üzerinde bir seviyeye ulaşmıştır. Bu rakamın yaklaşık 35 milyon insanın borcu olduğu göz önüne alınırsa kişi başına yaklaşık 30.000 TL tüketim amaçlı borçlanmış olan bir toplumdan bahsedilebilir. Bugün gelinen noktada insanlar bir yıl boyunca bir önceki yılın yazında yaptığı tatilin borcunu ödemek için çalışır duruma gelmiştir. Bu durum tüketim toplumu haline gelmenin acı sonucudur. İnsanların bir anda bağımlı haline geldikleri tüketim alışkanlıklarını değiştirmesi mümkün olamayacağı için kriz ortamında dahi toplumun ekseriyeti daha fazla borçlanarak en azından alıştıkları standarda yakın tüketim yapmaya devam etmektedir. Tabi geçmişteki üretmeden tüketme alışkanlığının faturası bugün nasıl önümüze geliyorsa, bu kriz ortamında daha yüksek maliyetle borçlanarak tüketmenin maliyeti de ilerde daha ağır fatura olarak önümüze gelecektir.

Tüketimin yüksek seviyede devam etmesinin ikinci temel sebebi yüksek enflasyonun, ekonomik sıkıntıların devam edeceği beklentisinin oluşturduğu psikolojik ortam olarak ifade edilebilir. Son 7 aylık süreçte en temel ihtiyaç malzemelerinin fiyatlarında aylık bazda %20-50 oranında artışların yaşanmış olması insanların bugün almadıkları herhangi bir ürünü yarın daha yüksek maliyetle almak zorunda kalacakları algısına kapılmasına neden olmaktadır. Üstelik küçük birikimlerin ev, araba vb. ihtiyaçların giderilmesi için anlamsız kaldığı günleri yaşıyor olmamız insanları birikim yapma konusunda isteksizliğe itmektedir. Örneğin 20.000 TL gibi yüksek sayılacak bir maaş alan bir kişinin dahi maaşının yarısını ayırsa dahi büyük şehirlerde ev sahibi olması için 200 ay birikim yapması ve taksit ödemesi, vasat bir araç alması için 40-50 aylık birikim yapması ve taksit ödemesi gerekmektedir. Küçük birikimlerin bu kadar anlamsız kalması birikim yapmayı da anlamsız hale getirmektedir. Hem birikimlerin anlamsız kalması hem de fiyatların sürekli artması insanları bugün var olan fiyattan tüketim yapmaya, yarından daha ucuz olan bugünde adeta hayatını yaşamaya itmektedir. Bu durum aynı zamanda ekonomik krizin çözüleceğine dair umudun düşük olması ile de bağlantılı olabilir. Kötü günler geride kaldı önümüzde daha kötü günler var anlayışının hâkim olduğu toplumda insanlar kriz daha kötüleşmeden yaşayabildikleri kadar yaşama, alabildiklerini alma eğiliminde görünmektedir.

Üçüncü ve son neden ise özellikle lüks tüketim alışkanlığının devam etmesi ile ilgili olarak ifade edilebilir. Mevcut sömürü sisteminde en temel problem gelir dağılımı adaletsizliğinin her geçen gün daha da artmasıdır. Ekonomik krizlerin hem sebeplerinden birisi hem de sonuçlarından birisi gelir dağılımı adaletsizliğinin sürekli artmasıdır. Dolayısıyla her dönem geniş halk kesimleri daha fakirleşirken serveti artan bir kesim mevcuttur. Söz konusu kesim toplumda ne kadar büyük kriz olursa olsun hayatını yaşamaya devam etmekte lüks tüketim alışkanlığını devam ettirmektedir. Ancak bir restoranda bir öğün yemeğe 20.000 TL ödeyenlerin varlığı kriz olmadığını değil, ülkede toplumun genelinin gerçeklerinden kopuk bir azınlığın varlığını ortaya koyar. Hülasa, ülkede tüketimin eski hızına yakın şekilde devam ediyor olması ülkede ekonomik kriz olmadığının göstergesi değil, aslında ekonomik durumun oldukça vahim olduğunun, toplumun krizi aşma noktasında temel yaşam refleksleri bağlamında hazır olmadığının göstergesi niteliğindedir.