Erzurum da oldu olay. Camide. Farz namazı kılınırken. Safa durmuş yaşlıca biri kıyamdayken düşüveriyor yere. İmam efendi ve ona uymuş bulunan cemaat namaza devam ediyorlar. Yere düşen yaşlıca olanı kalp krizi geçiriyor, yani hemen yardım edilmesi gerekiyor. İmam efendi, ön safta olanlar, uzakta bulunanlar, safta yere düşeni göremeyeceklerinden, olup bitenden haberli değildirler. Namaza devam etmeleri de doğaldır. Televizyonda haber aktarılırken, yaşlıca olanın kalp krizi geçirerek yere düşmesine rağmen imam efendinin namaza devam ettiği vurgulanıyordu. Cemaat halinde namaz eda ediliyorsa, imam efendinin ve ön safta bulunanların arka saflarda ne olduğunu görmeleri de, duymaları da, bilmeleri de sözkonusu olamaz. Kaldı ki tekbir getirerek namaza başlandığı anda, namazın adabı ve maneviyatı cümlesinden huşûu sözkonusudur. Birtakım davranışlarda bulunmak ibadetin erkanından, adabından, anlamından, özellikle de amacından istiğna etmeyi çağrıştırabilir.

Öte yandan zorlayıcı nedenler, hayati tehlike şeklinde nitelendirilecek durumlarda ibadet esnasında nasıl hareket edileceği gibi ruhsatlar, bir bakıma tercihler de öngörülmüştür.Erzurum daki olayda, yakında bulunan bir ya da birkaç kişi namazlarını bozarak, yani namazı sürdürmeyerek kalp krizi geçiren kimseye yardım edebilirlerdi. Namazı daha sonra kılmaları her zaman mümkündür. Evlâ olan, tercih edilmesi gereken de bu olmalıydı.

Tabii, ecelin nerede geleceği, bunu önlemenin mümkün olup olamayacağı, görünürde basit bir nedenin asla önüne geçilemiyeceği gibi hususlar düşünce, akıl çerçevesinde tartışılabilir, değerlendirilebilirse de, "kader" kapsamında telakki edilecek bir yanın bulunduğunu, en azından ihtimal dahilinde tutmak, ayrı bir anlamı işaret eder. Farzımuhal, olayda kalp krizi geçirene müdahale edilseydi (ki bir noktadan sonra edilmiş) bile, dünyadaki ömrünü uzatmak yine mümkün olmazdı.

Maksadım, olayın ecel, kader, vade vb. yönünü anlatmak değildir. Ancak bu ve diğer birçok şahit olduğumuz, duyduğumuz, muttaki olduğumuz olaylardan, durumlardan ibret almak, kendimizce değerlendirmeler yaparak dersler çıkartmak, "hikmet" boyutuna dikkat etmek bize manen bir keyfiyet kazandırabilir.

Olayın medyada aktarılış biçimini, yer yer bilgi eksikliğiyle, ihtimal haset duygusu itkisiyle ilişkilendirmek mümkün olsa da, bunun üzerinde de durmayacağım.

Bir başka hususu, bu olay vesilesiyle, dikkatlere sunma gereği duyuyorum. Ancak kesinkes bir hüküm sonucu çıkartılmamasını özellikle rica ediyorum. Her türden ölüm, taziye duygusuyla ilintili görülmelidir. Bu vesileyle Erzurum da namaz kılarken ruhunu teslim eden Müslüman kardeşimize rahmet ve mağfiret diliyorum.

Olayda kalp krizi geçirerek düşen ve ölenin maruz kaldığı durumu ilgisizlikle nitelendirmek pek mantıklı olmamalıdır. Duruma muttali olan herkesin canla başla yardıma koşacaklarını tahmin etmek zor değildir. Kalp krizi geçireni kendi haline bırakmaları asla düşünülemez, dolayısıyla herhangi bir töhmet altına alınmaları beklenmemelidir. Bunu gündelik basit gözlemlerle bile çıkartabiliriz. Aynı şekilde, hayati tehlike içinde olan birinin yardımına koşmalarına ibadetin engel gibi algılanacağı sonucuna varmak da bir hayli zor gözüküyor. Yardım etme ile ibadet duygusunun doğrudan çatışabileceği şeklinde bir yaklaşımın anlaşılır yönü olduğu ileri sürülemez. En azından bunun geçersizliğini olgulara bakarak söyleyebiliriz. Yani yardım ve ibadet duyguları kendi bağlamlarında vardır ama deyim yerindeyse "bilinç" düzeyinde tam işler halde gerçekleşmemiş olduğunu farzederek, sağlıklı bir ilişkiye dönüşememiştir, denebilir. Belki de varolan duygunun duyarlık olarak etkinliğe geçememesidir bu. "Bilinç", kaçınılmaz olarak duyarlığın, bilgi ve hareketin olumlu mecrada işlemesi anlamını içerir. Bir başka ifadeyle olup bitenin, mahiyetine uygun muhakeme süzgeçinden geçirilmesidir.Bilinç kamaşmasından, ya da İranlı yazar-düşünür Daryuş Şayegân ın nitelendirmesiyle "yaralı bilinç"ten sözedebiliriz.

Gazze de Filistinliler in maruz kaldığı olay, işte bu bilincin tam işler halde olmadığını daha geniş bir çerçevede irdelememizi işaret ediyor. Filistinliler çekilen duvar dolayısıyla, yaşamak için ihtiyaç duydukları en basit ihtiyaçlarını bile karşılayamaz bir durumla karşı karşıya bırakılmışlar. İhtiyaçlarını karşılayabilecekleri bölge Mısır, ama arada duvar var. İsrail buradan Mısır a geçmeyi de engelliyor. Kendisi zaten Filistinli olan ne varsa, sadece insan değil, doğayı da yoketme histerisi içindedir. Bu bakımdan İsrail, siyonist ideolojinin insanın nasıl bir yaratığa dönüştürülebileceğinin somut örneğini ortaya koyuyor.İşte buna karşı, Müslüman dünya, insanlık dünyası tam bir bilinç kamaşmasına, bilinç yaralanmasına, pek doğal olarak da duyarlık yitimine uğruyor. Bir Müslümanın, insanî birtakım değerleri savunduğunu söyleyen insanlığın böyle bir duyarlık yitimine uğraması, sanıyorum, yeni bir insan varlığının karanlık yüzüdür.