Birilerini aklamak için Saadet’e çamur atmak adalet değildir!

Üç gündür izin hazırlıkları nedeniyle gündem dışında kalmıştım. Bugün sabah İstanbul Pendik’ten birkaç gazete aldım. Elbette Milli Gazetesiz hiçbir gazete almam. Gazeteleri karıştırırken Akit Gazetesi’nde bir yazı dikkatimi çekti. Genel Başkanımız Mahmut Arıkan’ın adını görünce ister istemez merak ettim.

Okuduğum yazı, Sayın İdris Günaydın imzasını taşıyor. Yazı, Sayın Mahmut Arıkan’ı hedef alıyor gibi görünse de aslında Saadet Partisi’ne gönül vermiş binlerce insanı topyekûn itham ediyor.

Şunu baştan ifade edeyim:

Ben bu yazımı ne Saadet Partisi’nin resmi adına, ne de Sayın Arıkan’ın özel savunması olarak kaleme alıyorum. Bu yazı, benim gibi sessizce emek veren, karşılık beklemeden çalışan, camianın en sade neferlerinden biri olarak, bu harekete gönül vermiş bir işçi emekçinin kalbinden çıkan satırlardır.

Bu yazıda eleştiri kisvesi altında suçlama, hatta karalama var. Cevapsız bırakmak, hem hakikate hem de bu camianın yüz akı olan, tabanda hiçbir karşılık beklemeden yeniden “Büyük Türkiye” ve “Yaşanabilir Bir Türkiye” için çabalayan on binlerce emekçiye haksızlık olurdu.

Kurtarıcı Arayanlar, Davaya Hakaret Eder

Yazıda geçen şu cümle tek başına zihniyeti ele veriyor:

“Ateşe düşseniz sizi kurtaracak olan Recep Tayyip Erdoğan’dır.”

Bu söz, bir siyasi kanaatin değil, adeta bir bağlılık yemininin ifadesidir. Oysa biz biliyoruz ki, ne bir lider, ne bir parti, ne de bir iktidar bizi ateşten kurtarabilir. Hiçbir fani bu yükün altına giremez. Kimin kurtulacağına liderler değil, kaderi yazan hükmeder. Gerçek kurtuluş ise beşeri güçlere değil; hakikate, adalete ve sadakate bağlıdır.

Ben bu tür savunma sözlerinin benzerlerini 1990’lı yıllarda da çok duydum.

O dönemde de siyasette “dindar lider” imajı etrafında örülen bir masumiyet zırhı vardı.

“Çankaya’da alnı secdeli cumhurbaşkanımız var, daha ne istiyorsunuz?” denilerek eleştirilere set çekilmeye çalışılırdı.

Oysa hakikat, secde izine değil; adalet, liyakat ve istikamete bakar.

Bu yazıyı okurken zihnim beni yeniden o yıllara götürdü.

1990’da İstanbul Fatih’te, imam hatipte okuyan kardeşimi ziyaret etmek için cami cemaatinin yoğun olduğu bir bölgeye gitmiştim.
Namazdan sonra, Refah Partili olduğumuzu fark eden birkaç kişi yanımıza gelip şu sözleri söyledi:

“Özal’ı eleştirmeyin. Evet, eşinin açık olduğuna bakmayın, çocukları şöyle olabilir ama kendisi namaz kılıyor. Gizliden gizliye şeriat getirecek.”

İşte o gün anladım ki; siyasette bazıları dindarlık görüntüsünü bir şal gibi omzuna alıp, onunla hakikatin üzerini örtmeye çalışıyor.

Bugün de benzer bir yöntem devrede:

Kendi sorumluluklarını unutturmak isteyenler, eski dostlarını suçlayarak günahlarını hafifletmeye çalışıyor.

Sanki yıllardır yaşanan savrulmaların, yolsuzlukların, adaletsizliklerin faturasını bizim sırtımıza yüklemek istiyorlar.

Bunu yaparken de dindarlığı adeta bir çamaşır makinesi gibi kullanıyorlar: Kendi kirlilerini aklamak, geçmişi unutturmak ve toplumu uyutmak için.

Ama artık o makine su almıyor.

Çünkü bu millet, deterjan kokusundan değil; adaletin, samimiyetin ve vefanın kokusunu arıyor.

Saadet Vekillerine “Haram” Demek, Bu Camianın Alnına Çamur Atmaktır

Yazının en ağır, en adaletsiz yeri, Saadet Partili milletvekillerine yöneltilen “haram vekil” suçlamasıdır.

Şunu açıkça soruyorum:

Siz şunu da mı demek istiyorsunuz: “AK Parti’nin de içinde yer aldığı Cumhur İttifakı listesinden seçilip, sonra kendi partisine dönen milletvekilleri de gayrimeşrudur” mu?

Eğer kastınız buysa, bunu açıkça ifade edin ki herkes neyle karşı karşıya olduğunu net biçimde görsün.

Peki şimdi sormak gerekiyor:

Bu durumda vekilliği gayrimeşru olanlar sadece Millet İttifakı listesinden seçilen Saadet Partililer mi?

Yoksa Cumhur İttifakı listesinden seçilip sonra kendi partisine dönen diğer vekiller de mi sizin nezdinizde “haram vekil” sayılıyor?

Bu iddia sadece yanlış değil, milletin iradesine ve sandığa da hakarettir. O vekiller, hiçbir torpille değil; sahada ter dökerek, il il gezerek, kendi gömleklerini yırtarak, kendi çorbasını bölüşerek çalıştılar. Bu hareketin neferleri bir koltuk için değil, bir dava için yürüdü. Şimdi onlara “haram” demek sadece siyasi değil, ahlaki bir sapmadır.

Erbakan Hoca’nın Duruşunu Sahiplenmek, Onu Devlet Kapılarına Şikâyet Etmekle Olmaz

Evet, Erbakan Hoca zamanında Tayyip Erdoğan’ı eleştirmiştir, hem de kıyasıya. Ama bu eleştirileri 28 Şubatçıların, vesayetçilerin, darbecilerin önünde değil; milletin kürsüsünde, halkın önünde yapmıştır.

Erbakan Hoca hiçbir zaman rakiplerini zalimlere şikâyet etmemiştir. Çünkü bilirdi ki bir hatayı daha büyük bir zulümle düzeltmeye kalkmak, İslam siyasetinin ruhuna aykırıdır.

Bugün “Erbakan da eleştirirdi” deyip, kapı arkalarında iftira dosyası taşıyanları meşrulaştırmak, onun adını taşımak değil, mirasını çarpıtmaktır.

Bu Hareketin Neferleri, Sandıkta Kaybetse de Vicdanda Kazanmıştır

Sayın Günaydın, siz öfkenizle yazmışsınız. Ama biz gönlümüzle cevap veriyoruz. Çünkü bu camianın nice adsız kahramanı var:

• Gölgede yürümemiş, çamurlu sokaklarda afiş asmış genç kardeşlerimiz,

• Evladına ayakkabı alamamış ama Milli Görüş davasından vazgeçmemiş analarımız,

• Partisinin barajı geçemeyeceğini bile bile gece gündüz broşür dağıtan iman sahipleri…

Onlara “haram vekil” diyemezsiniz. Onların gözyaşı, sizin siyasi hesaplarınızdan daha değerlidir.

Baykar Koleji’ne Övgü Tamam, Ama Eğitim Adaletsizlikle Kurtarılmaz

Selçuk Bayraktar’ın eğitim alanındaki çabaları elbette takdire şayandır. Bu ülkenin buna ihtiyacı var.

Ama sadece bir kolejle gençlik kurtulmaz.

Gençliği gerçekten kurtarmak istiyorsanız önce mülakat zulmünü kaldıracaksınız, torpil düzenini bitireceksiniz, adaleti tesis edeceksiniz.

Aksi hâlde ne kadar kolej açılırsa açılsın, o okullardan vicdan değil; ancak sistemin memurları çıkar.

Saadet Partisi, Erbakan’ın İsmini Değil, İzini Taşır

Bugün Erbakan Hoca’yı gerçekten anlayanlar, onun yolunu sürdürenlerdir.

Saadet Partisi; o mirasa halel getirmeden, o emaneti pazarlık konusu yapmadan yürümeye devam ediyor.

Evet, belki bu yol zor.

Belki oy az, sandalye az, ekran yok, mikrofon yok.

Ama inanç var!

Sadakat var!

İlke var!

Ve şunu bilin:

Bu dava yalnız kalsa da doğruyu söylemekten asla vazgeçmeyecek!

Son Sözüm Şudur:

Bugün partimiz küçük görülebilir ama gönlü büyüklerle doludur.

Bugün ekranlar bize kapalı olabilir ama dualar bizimledir.

Bugün birileri bizi küçümseyebilir ama tarih bizi unutmayacaktır.

Çünkü biz koltuk değil, iz bırakmak için buradayız.

Çünkü biz seçimlik değil, vicdanlık bir hareketin evlatlarıyız.

Ve unutmayın:

Zafer inananlarındır; menfaatin peşine düşenlerin değil!