Dün meydanlarda kırmızı çizgi ilan edilen şeyin bugün masa ayağına dönüştürülmesi sadece geri adım değil, milletin hafızasına müdahaledir. Şehitlerin kanı daha kurumamışken teröre hukuki alan açmak için “umut hakkı” etiketi hazırlanıyorsa, burada artık siyaset değil, yön değiştirilmiş bir irade vardır. Dün “devlet diz çökmez” diye haykıranların bugün İmralı’ya meşruiyet zemini hazırlaması ne tesadüftür ne de masum bir hukuk tasarrufu. Bu, dış masalarda verilen taahhütlerin iç politikaya yedirilmesi girişimidir.

Yakın geçmiş unutturulmak isteniyor ama hafıza olmadan bugünü okumak mümkün değildir. “Çözüm süreci” diye başlatılan o karanlık dönemin sonunda hendekler kazıldı, şehirler yakıldı, yüzlerce vatan evladı şehit oldu. O gün eleştiren susturuldu, itiraz eden damgalandı. O gün “ihanet” diye tanımlanan tablo, bugün “normalleşme” diye pazarlanıyor. Değişen sadece üslup; hedef ve istikamet aynıdır. PKK silahı bırakmadı, aksine güçlendirildi; Suriye’nin kuzeyinde alan açıldı; içeride ise psikolojik meşruiyet üretildi. Bugün bunun hukuki kaplaması hazırlanıyor.

Milletin vicdanını inciten şey, sürecin perde arkasında yürütülmesi ve sanki toplumun talebiymiş gibi sunulmasıdır. Oysa bu masa millet için değil, dış baskıyı tatmin etmek için kuruluyor. AB müzakere başlıkları, NATO dosyaları, Washington talepleri ve Brüksel beklentileri aynı zincirin halkalarıdır. Dışarıda verilen söz içeride “yargı reformu” etiketiyle paketleniyor. Bu çerçevede gündeme getirilen “Terörsüz Türkiye Komisyonu”nun ise neyi hedeflediği henüz kamuoyuna açık biçimde anlatılmış değildir. Bu komisyonun gelecekte af ya da siyasi yumuşama adımlarına kapı aralayıp aralamayacağı sorusu halkta haklı tereddüt uyandırmaktadır; şeffaflık eksikliği niyetin belirsizliğini büyütmektedir. Bugün artık masa kuruldu; komisyon da bu masanın meşruiyet zeminini hazırlayan bir ayağa dönüştü. Sözleşmeyi millet imzalamadı ama bedeli yine milletin ödemesi isteniyor.

Ey AK Parti’ye oy veren vicdan sahibi insan… Sen bu desteği menfaat için değil, devletin onuru için verdin. Teröre taviz verilmesin, şehitlerin ruhu incitilmesin diye verdin. Ama bugün ortadaki tabloya bak: meydanlarda asılan “kırmızı çizgi” pankartı kaldırıldı, yerine arka odalarda sessiz sedasız kurulan bir masa getirildi. Seçim döneminde “ihanet” diye anlatılan şeyin bugün “normalleşme”, “hukuki gereklilik” ya da “insan hakkı standardı” diye sunulması, sadece kelime oyunu değil; milletin iradesini yönlendirme girişimidir. İtiraz etmeyen seçmen, onaylamış sayılacak. O yüzden susmak tarafsızlık değil, dolaylı onaydır.

Burada mesele bir parti meselesi değil; milletin vakar meselesidir. Çünkü eğer millet susturulursa masa kurulur; millet konuşursa masa dağılır. Bugün “umut hakkı” diye açılan kapı, yarın “siyasi rol”e dönüşecek, ertesi gün “statü” talebine evrilecektir. Senaryonun birinci perdesi hukuktur; ikinci perdesi siyasettir; finali ise bölgesel dayatmadır.

Bu yüzden artık soru nettir: Millet irade mi gösterecek, yoksa masa mı kader belirleyecek? Devletin gücü terörle müzakere masasına değil; milletin vicdanına dayanır. Siyasetçiler esneyebilir, uluslararası baskılar yön değiştirebilir; fakat milletin hafızası eksilmez, şehidin emaneti unutulmaz.

Bugün bize düşen bağırmak değil, uyanık olmaktır. Şehidin hakkını savunmak, “hayır” diyebilme cesaretidir. Bu nedenle ifade edilmesi gereken hakikat nettir:
Biz oyumuzu terörle mücadeleye verdik; terörle müzakereye değil.
Millet konuşursa masa dağılır; millet susturulursa masa imzalanır.
Vakar, duruş ve hafıza kaybolursa, gelecek teslim alınır.

Ben şahsen bu milletin teslim alınamayacağına inanıyorum.