Kamusal yayıncılık anlayışından fersah fersah uzak, sosyal sorumluluk nedir bilmeyen televizyonlarımızda birbirinden kalitesiz programlar yayınlanıyor. Bu programları teker teker izleseniz, inanın hangi kategoriye koyacağınızı bilemezsiniz.
İffeti değil şehveti başrole koyan anlayışla üretilen birbirinden kalitesiz diziler, kimin eli kimin cebinde belli olmayan, nerde akşam orda sabah başrol oyuncularının rol aldığı senaryolar, aile içi ilişkilerin faş edildiği, rezilliklerin kepazeliklerin ortaya döküldüğü kadın kuşağı programları…
İnanın bir yabancı gelse Türk televizyonlarını izlese, böylesine berbat programları, dizileri kimlerin formatladığını, nasıl böylesine kötü bir ekran ortaya çıkarıldığını inanın çok merak eder.
Hani, çok ünlü bir oyun yazarı, kendi oyununu sahneleyen tiyatroya gitmiş… Bakmış ki, kendi yazdığı oyunun mantığıyla ilgili ortada hiçbir şey yok… Hepsi bir yana, sahnede rol alanların hepsi de birbirinden fecaat…Oyun bittikten sonra kuliste tüm oyuncular yazarın önünde saf tutmuşlar.
İçlerinden biri arkadaşlarını işaret ederek, “Hocam, bu oyunu hep birlikte organize ettik” gibisinden bir şeyler söylemiş… Yazar, acı acı gülümsemiş… “Öyle mi?” demiş, “Ben de, bir kişinin zaten bu kepazeliği tek başına beceremeyeceğini düşünmüştüm!” diye taşı gediğine koyuvermiş. Türk televizyonlarındaki programların hal-i pür melalini ortaya koymak adına her program, rezilliğin, kepazeliğin bir mihenk taşı olarak kabul edilmelidir.
Biliyorsunuz, her sene Amerika’da yılın en güzel filmleri için Oscar törenleri tertip edilir… Bir de, yılın en kötü filmleri için düzenlenen Altın Ahududu (The Razzies) ödülleri vardır… Bildiğimiz kadarıyla bizde de yılın en başarılı televizyon programları için her sene farklı mahfillerden ödüller veriliyor. Türk televizyonlarında yayınlanan diziler ve programlar, bu bağlamda düzenlenecek yarışmaların Altın Ahududu’sunun bir numaralı adayı olmalı… Eskilerin güzel bir sözü vardır: “Bu kadar cehalet, ilimle bile kesp edilemez” derler… Yaşananlar her yönüyle böyle bir şeydir…Türk televizyonlarında yayınlanan dizilerin senaryolarını yazanlarını tamamen bu kategoriye koyuyoruz… Böylesine güdük, böylesine savruk, böylesine sığ ve derinliksiz senaryoları nasıl kaleme alıyorlar, inanın merak ediyoruz! Bu dizilerin senaryolarına kaleme alanlar üstelik milyonlarca lirayı ceplerine indiriyorlar.
Her zaman söylediğimiz gibi, Türk televizyonlarında enformasyona dayalı bir yayıncılık felsefesi yoktur…
Televizyonlarımızın programcılık mantığı “eğlence” kültürünün üzerine inşa edilmiştir. Bu kültürü besleyen ana arter ise magazindir… Kimin eli kimin cebinde, kim kiminle düşüp kalkmış, hangi ünlü nerede nasıl yakalanmış, iki haftalık evli bilmem kim, kiminle yakalanmış, bir sanatçı şu polemiği başlatmış bir direği bu polemiğe balıklama dalmış… Diziler de aynı formatın üzerine kurgulanır…
Tuzu kuru ailelerin arızalı ilişkileri, gerçek hayattan uzak kopuk tiplerin bir eli yağda, bir eli balda yaşamları… İzledikçe karşısında afyonlandığınız ve sizi renkli dünyaların içinde boğan, hayal pazarlayan bir aptal kutusu.
Düşünen, sorgulayan, hesap soran, takip eden, hakkını arayan bir toplum değil, şiirdeki gibi, “Gocuklu celep sallayıverince sopasını sürüye dahil olan” kimliksizler üretmek için kurgulanır bu programlar. Tüketin, eğlenin, itiraz etmeyin!
Bu anlayış maalesef 1980 darbesinin Türk insanına dayattığı, konuşmayan, düşünmeyen, sorgulamayan, analiz etmeyen, tepeden gelen, iktidarın ve yandaşlarının propagandist, hazır lop mesajlarını olduğu gibi kabul eden bir insan prototipi oluşturmanın projesiydi. Gördüğünüz gibi, milyonlar Türkiye yanarken, sadece –mır, -mır edip seslerini bile çıkarmıyorlar. Malcolm X, “Biraz gürültü yapsan iyi olur” demişti… Gürültü yapacak insan nerde? Benzin, motorin 50 lira olmuş… Millet, neredeyse oohhh iyi oldu diyecek kıvama getirilmiş.