Zihniyetini betonla imar edenler, hayatın ve dünyanın inşaat işleriyle mamur olduğuna inanır. Kurumlar binalarıyla, yollar asfalt ve viyadükleriyle, boğazlar köprüleriyle ihya edilir. Bundan soyut kavramlar; adalet, eğitim-öğretim, seyahat, sağlık ve sair de nasibini alır. Özellikle adalet, bölgenin en büyük binalarıyla, adına saray denen devasa yapılarla sağlanır! Böylece memleketler adalet timsali; “Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu / Gelir de Adl-i İlahi sorar Ömer’den onu” dizeleri dillere pelesenk edilecek kadar sorumluluk, ancak mülkü şahıslara ihdas edecek kadar hırs sahibi kesilir.

Adalet yoksunluğu saraylarla sınırlı kalmaz. Elbette ihaleler verilip köşe bucak demeden memleketin dört bir yanına ismi adaletle tamlanan saraylar inşa ettirilir. Adaletle sarayın yan yana gelişi hayli ilginçtir de beraberinde daha büyük, daha görkemli, daha muhteşem cezaevleri yaptırılır. Sonra kapasitesi artırılmış, hücreleri daraltılmış, binaları genişletilmiş mahpus damı, mahkûmlarla süslenir! Öyle ya bu kadar emeğin heba olması, cezaevinin boş, insanlarınsa cezasız kalması abes olur! Derhal doldurulur. İcabında insanlar önce tutuklanıp cezaevine gönderilir; sonra iddianame düzenlenir. Bazen de isnat edilen suç daha hapse tıkılma sürecinde bambaşka suçlarla pekiştirilir. Ancak bunların hiçbiri mühim görünmez. Mühim olan daha fazla mahkûmu barındırabilecek binaların yükselişi, mümkünse her yeri inşaat alanına çevirebilmektir. Bu denli çalışmaya ve tüm ekonomik faaliyetlerin gelip inşaata dayanışına rağmen iktisadi açıdan her şeyin daha da kötüye gidişi hayli ilginçtir. Demek memleket mahkûm, ceza ve bina üstüne zenginleşirken insanlık açısından daha bir fakirleşir. İtirazlar zayıflar, muhalifler sindirilir, nihayet hava buz keser. Gıkını çıkarana Silivri gösterilir.

Sibirya soğukları ile Silivri soğukları arasında illiyet bağı bulunur mu bilinmez. Bilinen, bir sürgün merkezi olarak Sibirya hakikaten soğuktur. Hava durumu çoğunlukla eksilerde seyreder. Eksi yetmişsekiz derece soğukla cebelleşen bölgeleri bulunur. Havasının sertliği insana sirayet etmez. İnsanlar, sanılanın aksine bir kavga esnasında muhatabın uykusunu getirecek kadar sakin konuşur. Sonra, yerliler dâhil herkes oraların bir sürgün muhiti, sürgün gelenlerinse hayatının adeta bitirildiğini, yaşam adına herhangi bir beklentiye mecal ya da mahal kalmadığını, mücrim, mahkûm ve çoğu zaman mazlum insanların ceza çekmek üzere gönderildiğini bilir. Rusya’da otoriteye karşı ayaklanan halklar, ucunda zorlu bir ölüm olan Sibirya’ya sürgün edilir. Bazen sürgün edilmek için bilmek, sadece bilmek, bilinmesi istenmeyenlerden haberdar olmak yeterlidir. Bilmemek ve dolayısıyla etliye sütlüye karışmamak sebepsizliğinde sürgünle cezalandırılmak pek mümkün görünmez. Yani dünya halkları, gerçeklikten koptukları ölçüde özgürleşir! Yalanlara kandığı, otoriteleri tanıdığı, betonu sevdiği ve yapay tanrılara kafa tutmadığı oranda yaşam hakkına sahip sayılır! Aksi için bir mekânın soğukluğu bile tehdit malzemesi olarak kullanılır. Nitekim artık adalet timsali toplumlarda Sibirya’nın ya da Silivri’nin soğukluğu kanıksanmış, söylem komedyadan tragedyaya, espri malzemesinden buz gibi gerçeğe kaymış görünür. Böyle bir durumda memleketin her yeri Silivri kadar soğuktur. Sıcaklık mevsim normallerinin altında kaldığından değil, soğukluğun ciğerlere işleyip, kalp dondurup aklı işlevsiz hale getirdiğinden… Hani birkaç yıl evvel pek meşhur bir aktivistin Suriye topraklarına atılan Amerikan bombaları dolayısıyla içinin serinlemeyişi; çünkü şahsın bomba yoğunluğuna müstenit içinin buz tutmasını arzu edişi gibi… Muhtemelen şimdilerde bu türün tamamı zat olmaktan çıkmış birer zatürredir.

Silivri üstüne oluşturulan terkipler, memleketin bu güzide ilçesinin yanlış tanınıp kötü reklâmına yol açar. Ne Silivri soğuktur, ne de üstüne oluşturulan olumsuz imajda bir rolü bulunur. İnsan zihnine kâbus gibi çullanan tahakkümün somut göstergesi olarak, bir semtin isminin olumsuz anlamda anılışı tam da coğrafya ile ilişkilendirilen kadere dokunur. Sonra orası soğur, buz keser; oraya uğramak, orada bulunmak hak hukuk gözetmeksizin olumsuzlaşır. Her zamanki gibi zulmün ve tahakkümün nesnesi kılınan insanın kaderinden, nesneleşen semt de payını alır. Bu bile adaletsizliği ele verir ama betondan gayrı kutsal tanımayan zihniyet, adaletsizliğe dair söylemi yasaklar. Herhalde bir yerin soğuk tanınışı, hükmedenin işine gelir. Üryan gelenlerse yine üryan gider. İcabında Karacaoğlan kesilmeseler de, “Harami var deyip korku verirler / Benim ipek yüklü kervanım mı var?” şeklinde, cevabı bilinen sorular sorarak…