Dilsel, edebi ya da görsel (filmsel, sinematografik, filmografik) tüm Filistin anlatıları, bir noktada gelip Yahudi’nin dinsel saplantılarına takılır. Muhtemelen cinayetin, öldürmenin, katledişin nedenselliği sorgulandığından insan evladı Yahudi sınır tanımazlığını anlamlandırmaya çalışır. Garip olan direnişin ölmek, mütemadiyen ölmek ama vazgeçmemek üstüne ısrarlı tavrı değil de Yahudi’nin öldürmek eylemi inanca bağlanır. Bir yandan bu kavme yönelik ‘öldürmeyeceksin’ emri, onun sınır tanımazlığı, pervasızlığı, cana kast eden bozgunculuk istidadı sebebiyle verilmiş olmalıdır. Söz konusu emir, bir başka kitleyi, halkı, milleti muhatap almaz. Yahudi kutsal metni olduğu için değil, mezkûr metnin cihanşümul bir ciheti olmayıp salt İsrailoğullarını bağladığı için… Hem de Şârî tarafından Yahudi’nin öldürme, imha ya da fasit etme, yeryüzünde bozgunculuk çıkarma istidadı bilinerek…

Kimse tarihe mal olmak, kahramanlaşmak, destan yazmak için savaşmaz. Hele de şimdiki zamanda... Daha doğrusu bu simülasyon evreninde, prim yapmak için savaş goygoyculuğu yapanlar da dayandığı merciler de o savaşın herhangi bir yerinde bulunmadan, sadece figüranlar, silahlar, kurşun askerler kullanarak döngünün kahramanı olmaya çalışır. Çok uzaklardan sadece lojistik sağlayıp şaklabanlıklar yaparak iki yılı dolduran, sonra güya racon yapıp savaşlar durduran kadim dost Trump gibi... Yani böylesi çok daha başarılı olur. Elinden, dilinden ve sair azalarından kan damlayan büyük katil, Nobel Barış Ödülü'nü rüyasında görse de... Zaten diğerleri arabulucu işgüzarlığı, yardım görüntüsü, diplomatik zevzeklik gibi katil rolünü de ona bırakmaz.

Anlaşma görüntüleri gibi iki yıl süren sıcak savaşın bizzat kendisi de filmografiktir. Düşman ve iş birlikçileri dışında kimse rol yapmaz, rol çalmaz, oynamaz mesela... Kendince senaryolar uydurup oynamaya çalışan ya da olası senaryolara riayet eden sadece düşmandır. Binlerce ton bombaya, Trump'ın hiç esirgemeyip koca kafasının çipil gözünün sadakası için bağışladığı mühimmata, füzelere, uçaklara karşı şayet bulunabilmişse uzun namlulu, yoksa tek tabancayla karşı koyan ve başarılı olan insanlar görülür. Ortada Hollywood yapımı bir Terminatör yoktur ama ismi dahi hiç bilinmeyen Ebu Ubeyde, hayalet gibi yaşayan büyük komutan Muhammed Dayf, Yahya Sinvar ve sembolleşmiş sopası vardır. Yine ismi bilinmeyen yüzlerce kahramanın yanında 2022'de yani Aksa Tufanı harekâtından bir yıl önce şehit olan Uday Temimi, Polat Alemdar ya da Cüneyt Arkın karakterinden çok daha karizmatik, ikonik, bir o kadar zariftir. Elindeki tek tabanca ve iki şarjörle rol kesmeden, oynamadan, döne döne savaşır; asla geri adım atmaz, mevzi aranmaz ve daha yirmiikisinde şehit olur. Fi tarihinin Arafat kefiyesi, BM konuşması ya da bir elde zeytin dalı bir elde silah gösterme raconu gölgede kalır. Hem de işgalciye zeytin dalı uzatmak, ihtimal bir başka senaryonun gereğidir! Keza Aksa Tufanı'nın tamamı fantastik kurgu zannedilecek kadar efsanevi görünür ama olduğu gibi gerçektir, hakikattir.

İsimleri anıldığında kalplerin ürperdiği insanlar vardır, efsane zannedilir; hakikattir. Dünyada ve ahirette makam sahibidirler de ömürlerince makam araçları falan bulunmaz. Önlerinde eğilenler, tabi efendim, elbette efendim, nasıl tensip buyurursanız türünden peşrev çekenler olmaz. Tam da şimdiki zamanda böyle adamlar görmek, gerçek anlamda böyle kahramanların varlığını bilmek ve onları hayattayken tanımak paha biçilemeyecek bir servettir. Hiçbir abartıya ihtiyacı yoktur onların ama ne kadar övülseler onlar için fark etmez; kendilerine biçilen yaşamı sürüp aynı zarafetle giderler.

Coğrafyanın uzağında ve yakınında yeni doğmuş oğullarının adını Yahya Sinvar, Muhammed Dayf, Ahmet Yasin, Ebu Ubeyde veren babalar vardır. Onlara hüzünle değil gururla bakmak için, insanlığa izzet katsın umuduyla, iftihar vesilesi insanların adını yaşatarak, her dem yeniden doğuşu, bir ölüp bin dirilişi sonraki nesillere, çağlara anlatsın diye...  Nasıl ki onlar öncülerinin adını kurumlarına yakıştırmak suretiyle yaşatmaktaysa... Ki o tugaylar dünyanın dört bir yanından ağızlarında salyalarıyla gelip saldıran işgalciyi, herkesin ve her şeyin ya dolaylı ya doğrudan beslediği yamyamları dize getirir. Dünyanın bütün çocukları bundan böyle sokakta, parkta ve telefonda, özgür ortamda ve baskı altında, buruk bir neşeyle ve özgür iradeleriyle Kassamcılık oynayabilir.

Ve düşman, son esir iade edildiğinde, son tank patlatıldığında, son işgalci Filistin topraklarını terk ettiğinde HAMAS’ın yenilmeyen bir şey olduğunu anlar.