İnsan, kendi ekseni etrafında dönüşünü bir ya da birkaç saniyede tamamlar. Bazıları bu dönüş süresini uzatır, sündürüp çekiştirip aylara yıllara yayar. Bu durum eksen kaymasından değil de var olduğu zannedilen eksenin flulaşıp kaybolmasındandır. Kimileri de fırıldak gibidir; kendi ekseni etrafında döndükçe döner. Kendini Kâbe zannetmek bir yana bunu cümle âleme kabul ettirir. Cümle âlem (her kimse) etrafında dönülecek kişilere ve şeylere teşnedir. Ne için dizildiklerini bilmedikleri bir kuyruğun en arkasına takılmak gibi amaçsız ve tasasız, döngüye dâhil olur. Sonra bu tarifsiz döngü zaten başını döndürür; onu aşk ile kendinden geçmek kabul eder. Gayrısı yanlış, günahkâr, kusurlu; kendisi inançlı oluverir! Döngüden çıkmak zihin konforunu terk etmektir ki elde edilmiş konfor öyle kolay bozulmaz.
Sema dönenlerin şahı Celâleddin Rûmi bu durumu şöyle anlatır:
“Bir sinek, eşek sidiğinin üzerinde gezinen bir saman çöpünün üstüne kondu, bir gemi kaptanı gibi başını yukarı doğru kaldırdı ve şöyle meydan okudu: "Ben bu denizin ve gemiciliğin mektebinde okumuş, bu işe ömrümü vermişim. İşte deniz, işte gemi, işte adam, işte kaptan, işte görüşü keskin bir kahraman…"
Dünya, kendi ekseni etrafında dönüşünü 24 saatte tamamlar, güneş çevresinde dönüşü de bir yıl kadar sürer. Aynı dünya birtakım insanların etrafında dönüşünü hiçbir zaman tamamlayamaz. Dünya, galaksi ya da kâinat, bu tipin yaşadığı zaman dilimi için adeta ona özel yaratılmış, ona has kılınmış zannedilir. Zamanın ünlüleri değişir, döngü değişmez. Cümle âlem aynı yörüngede dönüp dolaşmaktan gocunmaz. İnsanoğlu kitlesel fanatizme tutunup sevdiği takımdan, şarkıcıdan, idareciden vazgeçmez. Hele de hayatına ve onu kendince anlamlandırmasına nüfuz eden şeyh, hoca, lider, başkan gibi bir kisveye bürünmüşse vazgeçmek hiç aklına gelmez. Onun kulu, kölesi, kurbanı, tabir caizse hastası, tabir caiz değilse mevtası olur. Bir kez döngüye kapılmıştır ve o döngü şüphesiz ele geçireni mutlaklaştırır. Kendi taraftarını oluşturup kitleleştirebilen işte böyle bir kahramandır. Kaptandır, gemisini de yüzdürür, sefineler de düzer, fırtınadan da çekinmez.
Bir yerlere altın harflerle kazınan, kazındığı lahitle beraber müzeye kaldırılan isimler vardır. Sırasında müze soyulur, altınlar ve harfler çalınır, isimlere bir şey olmaz. Zira o bir zarar ilişmeyen isim, başka isimlerin gömüldüğü tarihten filizlenir; dökülen kanla mutlaklaşır, verilen canla yaşar, elde edilen ganimetle hüküm sürer. Şanlı tarihe altın harflerle kazınan Çemişgezek savaşında can vermiş, kan dökmüş, kendi de şehit düşmüş Mürteza’dan kimsenin ne haberi olur, ne isim ne de cisim kalır. Ancak Sultan Alpercan öyle midir? O savaş meydanında öyle bir konuşmuş ve de orduyu o kadar müthiş sevk etmiştir ki asırlar geçse Anadolu’nun aralanmış kapısından giren soğuk yürek titretir. Hep böyle olur. İtalyan Job’daki profesyoneller gibi işi birlikte alıp beraber yaparlar, bit yavrusunun biri çıkar, işteşlerini harcama pahasına işin kaymağını yer bitirir. Yapılan iş için harcanan emek, dökülen ter, gösterilen gayret sanki tümden onu kahraman yapabilmek içindir. Nitekim her savaşın, işin, oyunun neticesinde ‘ben yaptım, ben kazandım, benim başarım’ diyen bir bit yavrusu çıkar. Bu serencam kime ve neye yorulsa yeridir. İnsanlıkla mesafesini koruyan insanlık tarihi göstermiştir ki tarih ve kahraman böyle şekillenir. Ölen ölür, kalan sağlar arasından işini bilen biri çıkar, diğerlerinin hayatlarını harcadığı gibi ismini de siler süpürür. Öyle ya kahraman denilen aynı zamanda hükümferma olabilmeli, bir emriyle cümle mahlûkatı kul, kınından sıyrılmış keskin kılıçları kıl eyleyebilmelidir!
Dünyanın ve hayatın döngüsü hiç de romantik değildir. Gözlerini hayata akvaryum içinde açan balığa engin denizlerin serinliğini öğretmek beyhudedir. Üstelik aynı marka yemle beslenen, aynı kişileri gören, aynı kişilerin gördüğü bir balığa… Orada debelenir, orada neşelenir, orada ölür. Onun için yemini verip suyunu değiştirenden başka insan, daha büyük kahraman bulunmaz. Esaret altında yaşadığını fısıldayan da bulunmaz.